Atlantik okyanusunun üzerinde olduğu iddia edilen ve varlığı, James Churcward’dan binlerce yıl önce Mısırlı rahipler tarafından Yunanlı filozof Eflatun aracılığı ile insanlığa duyurulan Atlantis, kuşkusuz uygarlığın ilk beşiği değildi. Atlantis, Mu uygarlığının bir kolonisiydi ve zaman içinde bağımsızlığını kazanarak, bir imparatorluğa dönüştü. Peki Mısırlı rahipler durup dururken Eflatun’a bu sırrı niye vermişti? Çünkü Eflatun da Mısır’da inisiye edilmişti ve kardeşleriydi.
Churcward Atlantis’in Amerika ile Afrika arasında yer aldığını söylüyor. Diğer bazı araştırmacılar bu batık kıtayı başka yerlerde arıyorlarsa da kıtanın battığı okyanusun aynı adı taşıması Atlantis’in Atlantik okyanusu üzerinde olduğu savlarını gçlendirmektedir. Özellikle Bermuda, Bahama ve Azor adalarının Atlantis’in yüksek kalan kesimleri olduğu söylenmektedir
Eflatun Atlantis’i Solon ve Kritias’ın ağzından almıştır. Bu iki filozof arasındaki konuşmaya göre Firavun amosis döneminde (M.Ö. 570-525) Sais şehrini ziyaret eden Solon burada bir üstad rahip tarafından Atlantis hakkında bilgilendirilmiştir. Bu rahip Solon’a eskiden cebelitarık boğazı ötesinde çok büyük bir kıta olduğunu , Mısır’dan hareket eden bir kişinin denize ulaştığında, adadan adaya geçerek okyanusu aştığını ve ve karşı kıyıdaki bir diğer kıtyaya ulaşabildiğini söylemiştir. Rahibin ifadesine göre bu kıta 9 bin yıl önce (günümüzden 12 bin yıl önce) büyük bir tufan ve deprem neticesinde sulara gömülmüş ve kolonisi olan Mısır ile ilişkisi kesildiği için Mısır uygarlığı gerilemiştir.
Mısırda 10 yıl kadar kalan Solon’un yönetici rahiplerle yakın temasına rağmen onların kardeşlik örgütüne inisiye edilip edilmediği hakkında bilgi yoktur. Öte yandan bir diğer Yunanlı tarihçi Heredot’da Mısır’ı ziyaret sırasında yine rahiplerle görüşmüş ve bu rahipler kendisine örgütlerinin 11 bin yıldan bu yana varlığını sürdürdüğünü söylemişlerdir.
İngiliz Araştırmacı Churcward, Naacal tabletlerinde Atlantis’e önemli bir yer verildiğini ve önceleri Mu’nun kolonisi olarak uygarlaşan Atlant’ların zaman içinde bağımsızıklarını kazanarak kendi imparatorluklarını kurduklarını belirtiyor. Tabletler, Mu kolonisi Atlantis’de Mu kozmik Dinini öğreten okulların bulunduğunu ancak bağımsızlık sonrası ana dinden uzaklaşıldığını ifade ediyor. Naacal tabletlerine göre Atlantlı rahipler kendi güçlerini arttırmak için ana dini yozlaştırmayı çıkarlarına uygun bulmuşlardır.
Atlantis’in okumalara göre 200.000 yıl öncesinde başlayan bir tarihi olduğu, birincisi bundan 50.000, ikincisi 28.000 yıl ve sonuncusu da 10.600 yıl önce olmak üzere üç büyük tufan geçirdiği anlaşılmıştır. Pekçok uygarlığın tarihinde ve mitolojide bahsi geçen bu son tufandır. Son tufan ile birlikte Atlantis tamamiyle sulara gömülmüş, kaçanların bir bölümü Tibet, bir bölümü ise bugünkü Mısır’a gelmişti. Zaten Atlantis kelime anlamıyla inceleyecek olursak: ATL ve ANTE kelimelerinin birleşimiyle oluşmuş olup, ATL=Su, ANTE=İndi anlamına gelir ve birlikte “suya inmiş, suya batmış” olarak nitelendirilir. Sonundaki İS eki ise Platon tarafından konulmuş ve sonunda ATLANTİS olarak kalmıştır.
Atlantis ve Mu döneminde 5 ayrı ırkın aynı anda yaratıldığından bahsedilir. Bu ırklar değişik bölgelerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Atlantis’lilerde kızıl, Mu’lularda ise esmer ırkın hakim olduğu fakat daha sonra tüm ırkaların birbiriyle karıştığı söylenmektedir. Tufanlara da neden olan güç savaşının Mu dinini korumak isteyen Bir’in Oğulları ile gücü kendi amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen Belial’ın Oğulları arasında olduğu anlaşılmıştır. Sayıca üstün olan Belial’ın Oğullarının bu savaştan galip çıkmış ve karanlık güçler Atlantis’e egemen olmuştur. Savaş o kadar büyük boyutlu olmuştur ki fiziki ve atmosferik dengeleri bozulan koca kıta deprem ve su baskınları ile sular altına gömülmüştür. Bu yıkımdan kurtulmak isteyen bazı Atlantis’lilerin yerin altına indiklerinden bahsedilir. Özellikle Cayce’nin okumalarından edindiğimiz bilgiler ve Lobsang Rampa’nın kitaplarında da bahsi geçen iki gruptan söz edilmektedir. Bunlar Bir’in Oğulları’nın devamı olan AGARTA ve Belial’ın Oğullarının devamı olan ŞAMBALA dır. Her iki grubun ellerinde bulunan bilgiler aynıydı ama kullanım alanları farklıydı. Yer altına yerleşen iki ayrı grup çalışmalarını buralarda sürdürdüler. Agarta birçok inisiyeyi ve peygamberleri özel yerlerde eğitti. Ezoterik bilgilerin yok olmaması için inisiyatik merkezler kurulmasına yardımcı oldular. Şambala ise dünya üzerinde yaşayan insanların bilgiden uzaklaşması için çeşitli faaliyetlere girişti. Dünya üzerinde yaşayan bazı insanlarla temasa geçerek, onları kendi felsefeleri doğrultusunda eğittiler. Bunların başında da tarihte kanlı sayfalar açan Adolf Hitler gelmektedir. Bu grubun tek amacı vardı: İnsanları Ezoterik Bilgilerden uzak tutmak. Bu gruba “Kara Tarikat” denilmektedir ve üyeleri dünyada önemli güç noktalarını ele geçirmiştir. Halen dünya üzerinde devam eden çıkar savaşlarında ve büyük güçlerin arkasında bu mücadele vardır. İnsanlığın bilgi ve düşünce gücü olarak gerilediği dönemlerin artık sonuna gelindiği söylenmektedir. Yani dünya üzerinde Şambala etkisinin azaldığı ve Agarta, Mu kültürünün tekrar yükselişe geçtiği bir süreci yaşamaktayız.
Atlantis’de dini yozlaştırma Osiris’in ortaya çıkışına kadar sürdü. Naacal tabletlerinden ikisi günümüzden 22 bin önce Atlantis’de doğan bu büyük insana ayrılmıştır. Tabletlere göre Osiris genç yaşında doğduğu yeri terk ederek Mu’ya gitti ve burada “ Bilgelik Okulları”ndan birisine girdi. Mu kıtasında Naacaller arasında “üstad rahip ve kutsal kardeş” ünvanını alana kadar kalan Osiris dini bir reform başlatma görevi ile ülkesine geri döndü. Yozlaşmış atlantis dinine ve rahipler sınıfına karşı savaş açan Osiris, güçlü kişiliği ile halkı da yanına aldı ve yozlaşmış rahipleri , itibarını yitiren mabetlerden temizledi. Ölene kadar ülkesinin ruhani lideri olan Osiris, kendisine teklif edilen imparatorluk ünvanını reddetti. Öldükten sonra takipçileri ve rahip kardeşleri onun anısına, yaydığı dine Osiris dini adını verdiler. Osiris adı Mısır tanrıları arasında da geçmektedir. U adın Hermes (Toth) tarafından Mısır’a getirildiği fakat zaman içersinde bu saf dinin yozlaşması nedeniyle Osirisi’in de ilkel tanrılardan birine dönüştüğü sanılmaktadır. Mısır tanrı panteonunda adı daima Osiris ile anılan İsis, aynı tanrının dişil ifadesi, her ikisinin oğulları olan Horus’da kutsal kelamın ifadesidir. Hermes de, Osiris ve İsis gibi bir süre sonra tanrısallaştırılmıştır. Kendisine 3 defa büyük anlamına gelen “trimejist” sıfatını yakıştırmışlardır. Mısır’da Osiris Dininin devamını yani bugünkü büyük Mısır kültürünün temelini atan Hermes hem rahip, hem kral, hem de din kurucusu olarak kabul edilmiştir. Günümüzden 16.000 yıl önce Mısır’da yaşayan Hermes, Osiris ekolünün devamını Nil deltasında kurmuştur. Hermes kurduğu okullar ve kutsal yerler ile dini yaymış ve günümüzden 5.000 yıl öncesine firavun Menes dönemine kadar Mısır medeniyetini etkilemiştir.
Atlantis’ten çok bahsettik ve onun önemli bir uygarlık olduğunu söyledik. Niçin bu uygarlık önemliydi? Eski yazıtlardan ve Cayce’nin okumalarından elde ettiğimiz bilgiler aslında çok şaşırtıcıdır. Günümüze elle tutulur çok az şey kalmış olan bu uygarlıkların teknolojik yönden çok ilerlemiş olduğunu öğreniyoruz. Örneğin kristalleri çok yoğun kullanan Mu ve Atlantis’lilerin pek çok şeyi onlarla yaptıklarını anlıyoruz. Telepati ve düşünce güçlerini kristaller ile yoğunlaştırıp belli bir noktaya toplayabilen ve özellikle rahiplerin elinde olan bu güçler kimi zaman iyi, kimi zamansa kötü niyetle kullanılmıştır. Bugünkü atom gücünün kullanımına benzeyen fakat çok daha güçlü olan bu enerji kullanımı koca bir kıtanın batmasına neden olmuştur. İyi ve kötü rahipler arasındaki savaşta dünyanın etrafındaki aydan büyük bir gezegenin dahi bu güçlerle yok edildiğinden bahsedilmektedir. Kristaller büyük hava gemilerinin de enerji kaynaklarıydı. Başka bir enerji kaynağına ihtiyaç olmadan bu gemilere kristallerden elde edilen güçle kumanda edildiği ve bu sayede gezegenler arası yolculuklar yapıldığından bahsedilir. Kristaller bilgi depolama ve şifa amacıyla da kullanılmaktaydı. Özellikle saf kuartz kristallerinin bu özellikler sahip olduğunu bugünkü teknoloji ile de kanıtlanmıştır. Günümüz şifacılarının tamamı bu kristalleri kullanmaktadır.