ERMİŞ

Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa,

tam oniki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp

kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.

Ve onikinci yılda, hasat ayı olan Ielool'un yedinci gününde,

ţehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı

ve gemisinin sisle beraber geliţini seyretti.

O anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı.

Ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.

Tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde ţöyle düţündü:

"Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim?

Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..

Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler,

yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve

yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?

Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki,

özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki,

sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam..

Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil,

kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum..

Geride bıraktığım bir düşünce değil,

açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül...

Yine de daha fazla oyalanamam...

Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor;

yola çıkmalıyım...

Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken,

donmak, kristalleţmek ve bir kalıba dökülmek demek...

Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?

Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz.

Boşluğu yalnız başına aramalı...

Ve kartal, tek başına,

yuvasını taşımadan Güneş'e uçmalı..."

Tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü

ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran

gemisinin limana yanaştığını gördü.

Ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:

"Kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri...

Ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız.

Şimdi benim uyanışıma geldiniz,

ki bu benim en derin rüyam olmalı...

Gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.

Bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım,

sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...

Ve sonra aranızda yerimi alacağım,

gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben...

Ve sen, engin deniz, uyuyan anne,

nehrin, ırmağın özgürlüğü...

Bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak,

bu arazide bir kere daha çağıldayacak...

Ve ben sana geleceğim,

sınırsız okyanusa sınırsız bir damla..."

Yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan,

erkeklerin ve kadınların

şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü.

Birbirlerine geminin geliţinden bahsettiklerini

ve kendi adını çağırdıklarını duydu.

Ţöyle düţündü:

"Ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak?

Benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi?

Sabanını tarlanın ortasında bırakana,

üzüm cenderesinin çarkını durdurana

ben ne verebilirim?

Kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de

derleyip onlara sunabilsem..

İştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...

Bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı,

yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm?

Sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde

başkalarına güvenle dağıtabileceğim

nasıl bir hazine buldum?

Eğer bugün hasat günüyse,hangi tarlalara

ve hangi anımsanmayan mevsimlerde

tohumları ekmiş olabilirim?

Ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse,

içinde yanan benim alevim olmayacak...

Kendimi bomboş ve karanlık hissederek

fenerimi kaldıracağım...

Ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak;

onu yakacak da..."

Bunlar kelimelere dökülenlerdi.

Fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı.

Çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...

Ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi.

Adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.

Ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler:

"Henüz gitme; bizi bırakma.

Bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun;

ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.

Sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin.

Çok sevdiğimiz oğlumuzsun...

Gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını

ve acısını yaşamasın."

Ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:

"Denizin dalgalarının bizi ayırmasına,

aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.

Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen,

yüzümüze düşen bir ışık oldu.

Seni çok sevdik; ama sevgimiz

sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı.

Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor;

sevgimiz önüne seriliyor.

Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini,

ayrılma anına kadar anlıyamıyor..."

Diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi.

Sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar,

göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.

Sonra, kalabalıkla birlikte

tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler.

Ve mabetten Almitra adında bir kahin kadın çıktı.

Ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı;

çünkü daha ţehirdeki ilk gününde onu bulan

ve inanan bu kadın olmuştu.

Ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı:

"Tanrının sevgili kulu,

son noktayı keşfedebilmek için

uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.

Ve ţimdi gemin burada, sen de gitmelisin.

Anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için

duyduğun hasret çok derin.

Ve ne sevgimiz seni bağlıyabilir,

ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir.

Ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı

ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.

Ve biz onu çocuklarımıza,

onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar

ve o hiç bir zaman yok olmayacak...

Yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve

uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını

ve kahkahalarını dinledin.

Şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında

yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat."

Ve o cevap verdi:

"Orphales halkı,

tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte,

size neden bahsedebilirim?"

.................................................

 

SEVGİ

Bunun üzerine Almitra, "Bize sevgiden bahset..." dedi.

Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı.

Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.

Ve yüksek bir sesle konuşmaya başladı:

"Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin,

Yolları sarp ve dik olsa da...

Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi,

Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...

Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın,

Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi,

Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...

Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer.

Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de...

En yükseklere uzanıp, Güneş'le

titreşen en hassas dallarınızı okşasa da,

Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır,

Toprağa tutunmaya çalıştıklarında...

Mısır biçen diţliler gibi sizi kendine çeker;

Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar;

Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler...

Bembeyaz olana kadar öğütür sizi;

Esnekleşene kadar yoğurur;

Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye,

Sizi kendi kutsal ateţine savurur...

Sevgi bütün bunları,

Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar,

Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzzünü yaratır...

Ancak korkunun kıskacında,

Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız,

O zaman örtün çıplaklığınızı,

Ve sevginin harman yerine adım atın...

Adım atın, kahkahaların tümünün olmadığı,

Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya,

Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...

Sevgi hiçbirţey sunmaz, sadece kendisini,

Hiçbir ţey kabul etmez, kendinde olandan gayri...

Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de;

Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle...

Sevdiğinizde, "Tanrı benim kalbimde," yerine,

Şöyle deyin, "Ben kalbindeyim Tanrı'nın ..."

Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına,

Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer,

sizi değer bulduğunda...

Sevgi bir ţey istemez, tamamlanmaktan baţka...

Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa,

Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun...

Erimek ve akmak,geceye şarkılar sunan bir dere misali,

Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip,

Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak,

Ve kanamak, yine de istekle ve coţkuyla...

Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak,

Ve bir sevgi gününe daha, teţekkürle uzanmak...

Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak,

Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...

Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua,

Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BERABERLİK

Sonra Almitra tekrar konuştu: "Peki ya beraberlik?"
Ve o cevap verdi:

"Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız.
Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi
dağıttığında da beraber olacaksınız.

Siz Tanrı'nın sessiz belleğinde bile beraber olacaksınız.

Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın.

Ve izin verin, cennetlerin rüzgarları aranızda dans edebilsin...

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın,
Daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında
hareket eden bir deniz gibi olsun.

Birbirlerinizin bardaklarını doldurun;
ancak aynı bardaktan içmeyin...
Ekmeklerinizi paylaşın; ama
birbirinizinkini yemeyin...

Beraberce şarkı söyleyin, dans edin, coşun;
fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin;
Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup,
yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi...

Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil;
Çünkü yalnızca Hayat'ın eli, sizin kalplerinizi kavrıyabilir...

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil,
Çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır;
Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı,
birbirinin gölgesi altında büyüyemez."

ÇOCUKLAR

Ve kucağında bebeğini taşıyan bir kadın konuştu:
"Bize çocuklardan bahset."

Ve o şöyle dedi:

"Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir.
Onlar, Hayat'ın kendine olan özleminin oğulları ve kızlarıdır.

Onlar sizin aracılığınızla oldular, ama sizden değil;
Ve sizle olsalar da, size ait değiller...

Onlara sevginizi verebilirsiniz ancak, düşüncelerinizi değil;
Çünkü onların kendi düşünceleri olacaktır...

Onların bedenleri için bir yuva sunabilirsiniz; ama ruhları için değil;
Çünkü onların ruhları, yarın'ın evini mesken tutmuştur,
sizin rüyalarınızda bile ziyaret edemiyeceğiniz...

Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz; ama onların sizin gibi olmaları için değil...
Çünkü hayat ne geri sarar, ne de dünde oyalanır...

Sizler, yaşayan oklar olarak çocuklarınızı ileriye fırlatan yaylarsınız...
Yayı kullanan, sonsuzluğun içindeki hedef noktasını görür ve
bütün gücüyle sizi gerer ki, okları hızla uzaklara erişebilsin...

Okçunun elleri altında sevinçle eğilin,
Çünkü o, uçan okları olduğu kadar,
sarsılmaz yayları da çok sever..."

 

 

 

 

ACI

Ve bir kadın, "Bize acıdan bahset" dedi.

Ve o cevap verdi:

"Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.

Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş'i görebilsin diye
kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.

Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini
hayranlıkla izlemek üzere açarsanız,acınızın, neşenizden
hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;

Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi,
aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylıyacaksınız.

Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.

Acılarınızın çoğu sizin tarafından seçilmiştir.

Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı
iyileştirmek için sunduğu "acı" ilaçtır.

Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için;

Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri
"Görülmeyen"in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir.

Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da,
O'nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır."

 

 

 

 

 

 

ARKADAŞLIK

Ve bir genç, şöyle dedi: "Bize arkadaşlıktan bahset."

Ve o cevap verdi:

"Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir.
O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır.

O sizin sofranız ve ocakbaşınızdır.
Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız.

Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda,
ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz.

Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir.
Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular
ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.

Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız;
Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda
daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın,
dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi...

Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik
kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin.

Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde
olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır
ve sadece yararsız olan yakalanır.

Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun.
Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse,
meddini de bilmesine izin verin.

Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş
aramanızın anlamı olabilir mi?
Onu, zamanı yaşatmak için arayın.

Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir,
boşluğunuzu doldurmak için değil.

Ve arkadaşlığın hoşluğunda,
kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun.
Çünkü küçük şeylerin şebneminde,
yürek sabahını bulur ve tazelenir."

 

EĞİTİM

Sonra bir öğretmen, "Bize eğitimden bahset." dedi.

Ve o cevap verdi:

"Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen
yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz.

Takipçileri arasında mabedin gölgesinde
yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil
sadece inancını ve sevgisini verebilir.

Eğer gerçek bir bilgeyse,
bilgeliğinin evine davet etmek yerine,
sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.

Bir astronomi bilgini,
size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir
ama anlayışını size veremez.

Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle
bir şarkı söyleyebilir;ancak ne ritmi yakalayan kulağı,
ne de onu ekolayan sesi siz
e sunabilir.

Ve semboller ilminde usta biri,
size simgesel alanlardan söz eder,
ama sizi oralara taşıyamaz.

Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham,
kanatlarını başka birine ödünç veremez.

Ve nasıl herbiriniz Tanrı'nın bilgisinde özgün
bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı'yı kayrayışınız
ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır."

 

 

HAZ

Şehri yılda bir ziyaret eden bir münzevi
şöyle dedi: "
Bize hazdan bahset."

O, konuşmaya başladı:

"Haz bir özgürlük şarkısıdır,
Ama özgürlük değil...

Haz, arzuların tomurcuğudur,
Ama meyvesi değil...

Yükselişi çağıran bir derinliktir,
Ama ne derin, ne de yüksek olandır...

Kafestekinin kanatlanışıdır,
Mekanla sınırlanmış değildir...

Haz, aslında bir özgürlük şarkısıdır...

Bu şarkıyı tüm kalbinizle söyleyin,
Ama şarkıda kalbinizi yitirmeden...

Gençliğin büyük bölümü hazzı arar,
sanki haz herşey gibi; ama yargılanır
ve azarlanırlar.

Ben onları ne yargılar, ne azarlarım. Bırakın arasınlar...
Çünkü onlar arayışlarındayalnızca hazzı bulmayacaklar.
Hazzın yedi kızkardeşi vardır ve en küçükleri
bile hazdan daha muhteşemdir.

Bitki kökleri için toprağı kazarken hazine bulan
adamın hikayesini duymadınız mı?

Aranızda daha olgun olan bazıları geçmişte yaşadıkları hazları,
sarhoşken işlenen yanlışlar misali, pişmanlıkla hatırlar.
Fakat pişmanlık aklın bulutlandırılmasıdır, uslandırılması değil.

Onlar hazlarını minnetle anmalıdırlar, bir yazın sonundaki hasat gibi.

Yine de onları unutmak rahatlatıyorsa, bırakın rahat kalsınlar.

Arayanlar kadar genç, hatırlayanlar kadar yaşlı
olmayanlar ise, ruhun gereklerini ihmal etmek veya
kabahat işlemek korkusuyla hazdan sakınırlar.

Fakat onları da yönlendiren hazdır;
bitki kökleri için toprağı titreyen ellerle
kazsalar bile onlar da hazineyi bulurlar.

Söyleyin bana, onlar kim ki ruhu gücendirsinler?
Bülbül gecenin sessizliğini veya ateş böceği
yıldızları gücendirebilir mi?

Ve sizin ateşiniz veya dumanınız rüzgara yük olur mu?

Nasıl olur da ruhu, bir çomakla karıştırabileceğiniz
sakin bir havuz gibi algılayabilirsiniz?

Çoğunlukla, hazzı reddettiğinizde asıl yaptığınız,
varlığınızın gizli yerlerinde arzuyu depolamak olacaktır.

Bugün ihmal edilenin yarını beklemediğini kim bilebilir?

Ve bedeniniz, ruhunuzun müzik aletidir.
Ve güzel müzik veya anlaşılmaz
sesler çıkarmak size kalmıştı
r.

Şimdi kalbinize sorun:
'Bizim için iyi olan hazla zararlı hazzı nasıl ayırabiliriz?'

Kırlara, bahçelere çıkın; öğreneceksiniz ki çiçeklerden
bal toplamak arının hazzıdır; balını sunmak ise çiçeğin...

Çünkü arıya göre çiçek yaşamın kaynağıdır.
Ve çiçek için arı sevginin ulağıdır.

Ve ikisi için ise, hazzın verilmesi ve alınması
bir gereksinim ve bir vecddir...

Hazlarınızda arılar ve çiçekler gibi olun..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HAZ ve IZDIRAP

Sonra bir kadın konuştu:
"Bize haz ve ıstıraptan bahset."

Ve o cevap verdi:

"Hazzınız, ıstırabınızın maskesiz halidir.
Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu,
sık sık gözyaşlarınızla dolar.

Başka türlü olabilmesi mümkün müdür?

Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar
derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.

Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında
yanan aynı kadeh değil midir?

Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce
bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil midir?

Kendinizi neşeli hissettiğinizde
kalbinizin derinliklerine inin.

Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren,
daha önce üzülmenize neden olmuştu.

Üzgün olduğunuzde, tekrar kalbinize dönün.
Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan
bir şey için ağlıyorsunuz.

Bazılarınız, "Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır" der;
diğerleri ise, "Hayır, ıstırap daha anlamlıdır".

Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.

Onlar beraber gelirler.
Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken,
unutmayın ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.

Gerçekte siz, hazzınızla ıstırabınız
arasında bir terazi konumundasınız.
Sadece boş olduğunuzda, h
areketsiz
ve dengede kalabilirsiniz.

Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için
sizi kullandığında, haz ve ıstırap kefeleriniz,
ister istemez, yükselip alçalacaktır."

 

İYİLİK ve KÖTÜLÜK

Ve şehrin yaşlılarından biri,
"Bize iyilik ve kötülükten bahset." dedi.

Ve o cevap verdi:

"Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil.
Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde
azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki?

Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile
yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer.

Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte,
kendinizle bir olmadığınızda, kötü değilsiniz.

Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir;
sadece parçalanmış bir ailedir.

Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında
amaçsızca dolaşır durur, ama dibe batmaz.

Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz;
Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise, kötü değilsiniz.
Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan
ve onun göğsünde beslenen bir kök gibisiniz.

Doğaldır ki, meyve köke 'Benim gibi, olgun,
dolgun ve bol bol veren ol..' demez.
Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa,
meyve için de vermek bir gereksinimdir.

Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz. Ama, diliniz
anlamsızca kekelerken uyukluyorsanız, kötü değilsiniz;
Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir.

Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz;
Fakat oraya topallıyarak gittiğinizde de, kötü değilsiniz.
Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez.

Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin
ve topal birinin yanında asla topalllamayın.

Siz, sayısız konuda iyisiniz ve
iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz.
Sadece oyalanıyor ve tembe
llik ediyorsunuz.

Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor.

İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı
ve bu özlem herbirinizde mevcut.

Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini ve ormanın
ezgilerini taşıyarak, büyük bir güçle denize doğru akan bir sel gibidir.

Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden,
kıyıya ulaşmadan önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer.

Yine de özlemi fazla olanın, az olana 'Neden bu kadar yavaşsın,
neden duraklıyors
un?' demesine izin vermeyin.

Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, `Neden elbisen yok?'
diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu?' der."

KENDİNİ BİLİŞ

Ve bir adam şöyle dedi: "Bize kendini bilişden bahset."

Ve o cevap verdi:

"Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir.
Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur.

Düşüncelerinizde daima bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz.
Rüyalarınızın çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz.

Ve böyle de olması gerekir.

Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmalı;
Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir.

Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın;
Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın.

Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir.
'Tek doğruyu buldum' değil, 'Bir doğruyu buldum' deyin.

'Ruha giden yolu buldum' değil,
'Kendi yolumda yürürken ruhu buldum' deyin.

Çünkü ruh, her yolda yürür.
Ruh ne b
ir çizgi üzerinde yürür;
ne de bir kamış gibi dümdüz büyür.
Ruh, sayısız taç yaprakları olan
bir lotus çiçeği gibi açılır."

 

KONUŞMA

Ve bir öğrenci, "Bize konuşmadan bahset" dedi.

Ve o cevap verdi:

"Siz konuştuğunuzda,düşüncelerinizle
barış içinde olmayı terkedersiniz;

Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda,
dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız.

Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur.

Ve konuşmalarınızın çoğunda,
düşünce yarı yarıya katledilir;
Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir;
kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.

Aranızda bazıları,
yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar;
Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak
kendilerinigözleri önüne serer,ki onlar bundan kaçarlar.

Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve
önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı
bir gerçeği ifşa edebilirler.

Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır,
ama onu kelimelerle dile getirmezler.

Böylelerinin sinelerinde ruh,
ritmik bir sessizlik içinde dinlenir.

Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun
dudaklarınıza doğru hareket etmesini
ve dilinizi yönetmesini sağlayın.

Sesinizin içindeki sesin,onun kulağının
içindeki kulağa seslenmesine izin verin;
Çünkü onun ruhu,sizin kalbinizin
gerçeğini saklıyacaktır;

Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile,
şarabın tadının ağızda kalması gibi..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KURALLAR

Sonra bir avukat, "Bize kurallardan bahset..." dedi.

Ve o cevap verdi:

"Siz kurallar koymayı çok seversiniz,
Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.

Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan,
sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.

Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus
kıyıya kum taşımaya devam eder.

Ve siz onları yerle bir e
derken, okyanus da sizinle birlikte güler.

Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.

Fakat yaşamı bir okyanus ve insanların koyduğu kuralları kumdan
kuleler olarak görmeyen kişiler için ne diyebiliriz?

Onlar için yaşam bir kaya, ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre
oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir.

Danscılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz?

Veya boyunduruğundan hoşnut olup, ormanındaki geyiği başıboş
bir serseri olarak yargılayan bir öküz için?

Peki, derisini dökemediği için, diğerlerini çıplak ve ahlaksız
olarak niteleyen yaşlı bir sürüngene ne demeli?

Veya bir düğün şölenine erkenden gelen, iyice karnını doyurduktan
ve yorulduktan sonra, yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için?

Bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey, hepsinin güneş ışığı
altında oldukları halde, Güneş'e sırtlarını dönmüş olduklarıdır.

Onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur.

Ve onlar için Güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki?

Ve onlar için kurallara uymak, başlarını yere eğip, toprak üzerindeki
gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir.

Ancak yüzünü Güneş'e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine
çizilmiş imajlar durdurabilir mi?

Eğer rüzgarla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir?

Eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama başka birinin hücresinin
kapısında değil, hangi kanun sizi sınırlayabilir?

Ve eğer dansederseniz, ama başka birinin zincirlerine takılıp
sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir?

Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, bir lirin tellerini
gevşetebilirsiniz,ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi
içinkim emir verebilir ki?"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

VERMEK

Sonra, varlıklı bir adam konuştu: "Bize vermekten bahset."

Ve o cevap verdi:

"Sahip olduklarınızdan verdiğinizde,
çok az şey vermiş olursunuz;

Gerçek veriş, kendinizden vermektir.

Çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız olabilir
diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?

Ve yarın, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini,
iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?

Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka birşey değil midir?

Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?

Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar,
ki bu da armağanlarını yararsız kılar.

Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler.
Bunlar hayata ve hayatın definesine inananlardır,
ve kasaları hiç boş kalmaz.

Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.

Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.

Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar;

Onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.

Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve
onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser.

İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdı
r.

Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
veriş olayından daha fazla sevinç getirir.

Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?

Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.

Öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını
mirasçılarınız değil siz yaşayın..

Çoğunlukla şöyle dersiniz:
'Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.'

Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür,
ne de çayırdaki sürüler.

Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.

Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.

Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan,
sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.

Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve
güvenden daha büyük bir değer var mıdır?

Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak
gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da
onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını
utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?

Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve
verme olayında bir aracı olarak görün.

Çünkü gerçekte herşeyi veren hayattır
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde,
sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.

Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz,ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi taşımayın.

Bunun yerine, armağanları kanat yaparak,
verenle beraber yükselin;

Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babası evren olan cömertlik olgusundan
şüphe etmek demektir..."

 

 

ZAMAN

Ve bir astronomi bilgini, "Bize zamandan bahset" dedi.

Ve o cevap verdi:

"Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamanı ölçebileceksiniz.
Davranışlarınızı ayarlayacak, ve hatta ruhunuzun rotasını,
saatlere ve mevsimlere göre yönlendirebileceksiniz.

Zamanı, kıyısında oturup, akışını izleyeceğiniz
bir nehir haline döndüreceksiniz.

İçinizde zamana bağlı olmadan varolan öz,
yaşamın zamandan bağımsızlığının zaten farkındadır;
Ve bilir ki, dün bugünün anısı, yarın ise bugünün rüyasıdır.

Ve yine bilir ki, içinizde şarkı söyleyen veya düşünen özünüz,
hala yıldızları uzaya dağıtan o ilk an'ın içinde devinmektedir.

Aranızda, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını
hissetmeyen var mıdır acaba?

Yine de bu hudutsuzluğuyla aynı sevginin,
bir sevgi düşüncesinden diğerine,
bir sevgi davranışından bir başkasına,
kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı
ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez?

Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir?

Yine de eğer düşüncenizde zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz,
her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin.

Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla,
geleceği ise özlemle kucaklasın."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖZGÜRLÜK

Ve bir hatip "Bize özgürlükten bahset." dedi.

Ve o cevap verdi:

"Şehir kapılarında ve sıcak yuvanızda yere kapanıp,
özgürlüğünüz için dua ettiğinizi gördüm;

Tıpkı, kölelerin kendilerini kılıçtan geçiren bir zorbanın
önünde eğilmeleri ve onu övmeleri gibi...

Sık sık, tapınağın korusunda ve kalenin gölgesinde, aranızda
en özgür geçinenlerin, özgürlüklerini bir boyunduruk ve
bir kelepçe gibi taşıdıklarını gördüm.

Ve kalbim kanadı; çünkü ancak özgürlük arayışında hissettiğiniz
derin arzu size gem vurduğunda ve özgürlükten bir amaç ve bir
bütünleniş olarak bahsetmeyi terkettiğinizde,
gerçekten özgür olabilirsiniz.

Siz, günleriniz endişesiz ve geceleriniz bir istek ve üzüntüden
uzak olduğunda özgür olacaksınız.

Yazık ki, bu tür duygular yaşantınızı kuşak gibi sarmakta...
Yine de, örtüsüz ve bağsız, bunları aşabilirsiniz.

Ve siz, günlerinizin ve gecelerinizin ötesine,
anlayışınızın şafağında öğle aydınlığını çepeçevre
bağladığınız zincirleri kırmadan nasıl yükselebilirsiniz?

Gerçekte, özgürlük dediğiniz, halkaları güneşte parlayıp
gözünüzü kamaştırsa da, bu zincirlerin en kuvvetlisidir.

Ve özgür olmanız için terketmeniz gereken,
kendi benliğinizin parçalarından başka ne olabilir?

Eğer geçersiz kılmak istediğiniz adaletsiz bir kanun varsa,
bunu alnınıza kendi ellerinizle, bizzat siz yazdınız.

Bu kanunu, hukuk kitaplarınızı yakarak veya denizin bütün suyunu
bile kullansanız, yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak yok edemezsiniz.

Ve devirmek istediğiniz bir despot varsa, önce onun
sizin içinizde kurduğu tahtı devirmeye bakın.

Bir zorba, özgür ve gururlu olana, eğer özgürlüğünde zulüm
ve gururunda utanç taşımasaydı, nasıl hükmedebili
rdi?

Ve eğer, üzerinizden atmak istediğiniz bir endişeyse,
onu kendinizin seçtiğini, kimsenin size yüklemediğini unutmayın.

Ve kurtulmak istediğiniz bir korkunuz varsa, o korkunun merkezi
sizin kalbinizdir, yoksa korkulanın avuçları içinde değil.

Herşey, varlığınızın içinde yarı kucaklanmış olarak dolaşır durur;
istenen ve korkulan, nefret edilen ve baş tacı olan,
takip ettiğiniz ve kaçmak istediğiniz..

Bunlar içinizde, ışıklar ve gölgeler gibi, birbirine yapışmış
çiftler halinde hareket ederler.

Ve gölge soluklaşıp kaybolduğunda, can çekişen ışık,
bir başka ışığa gölge olur.

Ve sizin özgürlüğünüz, prangasından kurtulduğunda,
daha büyük bir özgürlüğe pranga olur."