Kurulduğu günden bu yana Masonluk, "insanlık" meselesi ile uğraşır. İnsanlık ile, eski "insaniyet" sözündeki gibi, bir taraftan merhametli, müsamahalı, anlayışlı, bilgili, olgun insan tanımlanmakta; diğer taraftan insanlık, bütün insanlardan kurulu büyük cemiyeti, yahut bütün insanların tümünü insan etmektedir.

Masonluk, insanlığı, her iki manasıyle göz önünde tutar; yani hem, fert olarak insanın ne olduğunu ve nasıl olgunlaşabileceğini araştırır; hem de insan topluluğunun han
gi prensiplere uyarak, nasıl yaşaması gerektiğini tayin etmeğe çalışır. Bu ikili faaliyetin tabiî bir neticesi olarak, insanın, o cemiyet içindeki tutumunu ve görevini tesbit etmek ister.

Yaşayan insanın etrafında yeni yeni dostluk veya düşmanlık ilişkil
eri, politik akımlar, hadiseler, fikirler belirir. Adetler, kanaatler, zihniyetler değişir. Önlenmesi imkânsız hadiseler, birbirlerine zincirlenerek, yeni durumlar yaratır. Bunlar, kâh iyi, kâh kötü diye vasıflandırılır; fakat insan, bunlardan hiç birisinin dışında kalmaz.

Büyük bir hareket, hatta keşmekeş halindeki dünyanın üstünde -veya içinde- insan, daima yalnız, daima tek başına, hakikati yahut hakikat zannettiği şeyi: adaleti ve sevgiyi arar.

İnsan "yalnız", daha doğrusu "eksik"tir. Bazı kimseleri
n, Masonluk teşkilâtı içinde biraraya gelmek istemelerinin sebeplerinden bir tanesi de, bu yalnızlık ve eksiklikten kurtulmak arzusu olsa gerektir: Sanki hepsi eksik ve eksikliklerini bilen kişiler, biraraya toplanmak suretiyle, birbirlerini tamamlamak, "tam ve mükemmel" bir insan olmak hevesindedirler. Masonluğu her türlü itikat ve inançların, her türlü ihtirasların, siyasî veya dinî cereyanların üstünde tutmalarının sebebi de budur. Bu sayede sübjektif teferruattan kurtularak, sadece insan olmanın zevkine varırlar. Kendilerini "tam ve mükemmel bir tek insan" olarak gördükleri için, bütün insanları biraraya toplayan cemiyetten, konuşmak, onun istikametlerini tayin etmeğe çalışmak cesaretini bulurlar.

Yalnız, bu teşkilâtın içine girecek olan insanın dengel
i bir hayat sürmesi lâzımdır: Tek yönlü hayat, dengeli değildir.

İnsanın evvelâ, geçimini sağlayan bir meslek hayatı vardır. Zamanının büyük bir kısmını çoluk çocuğunun bakımına sarf eder. Bazı insanlar hayatın yalnız bu yolunda yürürler ve yine de yaşadıklarını zannederler: Bilmezler ki, maddî manada yaşamayı temin etmek için asıl hayatı ihmal etmektedirler.

Dengeli bir hayat için

İnsan işinden baş kaldırdığı zaman, yorgunluklarını giderecek bazı şeylerle meşgul olabilir: Resim yapar, balık tutar; uyur veya bir kulübe aza olarak, işinin dışındaki meselelerle uğraşmak isteyebilir. Bunlar onun hakkı, fakat dengeli bir hayat için kâfi değildir.

Hakikî insanın hayatını, ne maddî geçim için çalışması, ne de bu çalışmanın dinlenmesi demek olan bir takım "
hobi"ler, kaplamalıdır: Olgunlaşmak, "kendi kendisini inşa etmek" için de bir zaman ayırmalıdır. İnsan problemlerini düşünmek; kanaatlere sahip olmak, fakat taassup ve batıl fikirlere itibar etmemek; arzularını keskinleştirmek, fakat ihtiraslarını yenmek; çok şey istemek, fakat başkalarına zarar vermemek; hayatına bir gaye tayin edebilmek ve ona doğru yürüyebilecek enerjiyi kendi içinde yaratmak... Bunlar zor işler olacaktır. Kendi bilgi derecesine, kabiliyetlerine, aklının gücüne, içinde yaşadığı muhitin şartlarına, ve hele, tesadüflere göre bu yolda insan, yavaş yol alır. bazen tökezler, bazan de yerinde sayar, hatta geri gittiği bile olur. Masonluk bu yolda yürümeyi kolaylaştırır.

Masonluğa intisap edenlerin kendi kendilerine sorduğu vakidir:

"Acaba M
asonluk bana bir şey verdi mi? Verebiliyor mu? Verebilir mi?"

Bunun cevabı daima müspet olmalıdır. Masonluk, kendi kendisini inşa etmek isteyenin bu çabasının yolunu çizer, ana prensipleri vererek zemini hazırlar. Şunu öğretir: "Her hadise hakkında veril
ecek hüküm, mutlak değil, izafî olmalıdır". Bu düşünce tarzı, kendi kendini öğrenmenin, belki de en mühim şartı olan "müsamaha"ya götürür.

Şunu da öğretir: Etrafımızı saran insanlar, bir taraftan, hepsi birbirinin aynı; diğer taraftan!birbirinden farklı
mahlûklardır. Hepsinin meziyetleri var; fakat hiç birisinin kusursuz olduğu söylenemez. Her birinin kusur ve meziyetleri başka başka... Biz, insanların, kusurları ve meziyetleri ile birlikte kardeşlerimiz olduklarını öğrenir ve biliriz. Haklarında verdiğimiz hükümler, en derin saygı, sevgi ve şefkatle doludur."

Bunları öğrenmek için Masonluğun içinde olmak lâzımdır; dışarıdan işitmek yetmez.

Kendi kendini inşa etmek yolunu çizen Masonluk hayatında da sonsuz zorluklarla karşılaşılır. Herkes, kendi ölçüsü
nde, bir filozof olduğu için, kendisine esaslı görünen bazı değerleri kabul eder ve onları muhafaza etmeğe çalışır. Fakat, felsefenin getirdiği değerlerde, cemiyet hayatının gürültülü patırtılı gelişmelerinden müteessir olur. Müsbet ilimlerin ve tabiat ilimlerinin gelişmesi süratli; insan ilmi olan felsefenin gelişmesi yavaş olmaktadır. Bu dengesizlik insanların aklında krizler yaratır; sağlam bilinen prensiplere ve değerlere olan itimat sarsılıp, yok olabilir. Bir insanın, "hak bellediği yolda", yalnız başına bir ömür çürüttükten sonra, o yolun "hak yolu" olmadığını görmesi kadar acı, küçültücü, korkunç bir şey tasavvur edilemez.

Nerden gelip nereye gidiyoruz?

Felsefe, hele "tradisyonel felsefe" niçin yavaş ilerler? Herhalde kendisine gaye edindiği problemlere ulaşmanın insan aklını aşmasından, fakat belki de bu problemlerin eksik kalmasından.

Felsefenin cevap vermeğe çalıştığı sualler bilhassa şunlardır:

İnsan nedir? Nereden gelip nereye gidiyor?

Bu suallere insanlar hiç bir zaman tam ve mutlak ce
vap veremediler. Verilen cevaplar devirlerin şartlarına göre değişebildi. Binlerce seneden beri aynı fikirlerin münakaşası yapıla yapıla nihayet öyle bir hale geldi ki, hayatlarını bu problemlere vakfetmemiş olan insanların, bunlarla uğraşması imkânsız oldu. Halbuki bizim, cevabını aradığımız, başka bazı sualler de var: İnsan nasıl yaşıyor? Nasıl yaşaması lâzımdır?

Bu suallere, dinler, koymuş oldukları ahlâk prensipleri ile cevap vermeğe çalışırlar. Fakat prensiplerini, Allah, cennet, cehennem, ibadet gib
i, metafizik kavramlara bağlarlar. İnsanların ise, anlamadan inanmalarını gerektiren metafizik problemlere gitmeden, hayat prensiplerini bulabilmeleri lâzımdır. Masonluk bu prensipleri, hürriyet, eşitlik, kardeşlik, çalışma ve barış sevgisi, demokrasi v.b. olarak, asırlardan beri beyan etmektedir. Bunlar, insanı, dinî akidelerinde tamamen serbest bırakmakta fakat, yine de bir hayat felsefesi verebilmektedir. Temellerini ise, metafizik kavramlarda değil, bu dünya üzerinde yaşayan olgun insanın kendisinde aramaktadır.

Tek taraflı bilgi eksik ve hamdır

Masonluğun koyduğu "insan temeline dayanan bu prensiplere ulaşmanın zorlukları var. Bir insan kendisini nasıl bulacak? İnsanı nasıl anlayacak?

Masonik manada olgunluk, insan kültürü, insan bilgisidir. Bu bilginin üniversel, yani dört taraflı olması lâzımdır. Tek taraflı kültür ve bilgi, ne kadar derin olursa olsun, diğer taraflarından mahrum olacağı için, eksik ve ham kalacaktır.

Bu olgunluğun belli başlı mümeyyiz vasfı "zerafetle yumuşatılmış bir kuvvet"e
sahip olmaktır. Yalnız başına veya henüz gelişme halinde olan kuvvet hamdır, çiğdir; hırslı ve saldırgandır; sağa sola çarpar; "aşk ve sevgi tanımaz; hayatın saf neşesini tahrip, ihtirasları tahrik, zulüm ve cinayetleri teşvik eder". Faydadan çok zarar verir. Sahibini sevimsiz, hatta tehlikeli hale getirir.

Fakat, kuvvet olmadan hiç bir şey yapılamaz; yalnız onun olgunlaşması icap eder ve bu da "kuvvetin kendisine inanması" ile olur. Her tuttuğunu yapabileceğine inandıktan sonra kuvvet, aklın aydınlığına
, kalbin dürüstlüğüne sığınmaktan çekinmez; saldırganlığı, aceleciliği kalmaz; "kuvvet, aklı hikmetle, irfan ve dirayetle birleşince, hakkı, hakikati ve adaleti muzaffer kılmak suretiyle, pek faydalı bir unsur olur". İşte o zaman "güzellik," kuvvetin ve bizim hikmet dediğimiz "aklın verdiği bilgi"nin birleşmelerinden doğan bir netice olarak, ortaya çıkar. Akıl ve kuvvet birleştikleri vakit, yaptıkları herşey güzel olur.

Kimdir o mükemmel insan"?

Aklın ışığı altında kuvvetini kullanıp güzellikler yaratan insana "mükemmel insan" demek yerindedir. Bu insanı tarif etmeğe imkân yoksa da, bazı vasıfları söylenebilir:

Aklı tamamen aydınlık, her türlü peşin hükümlerden ve taassuplardan kurtulmuş; görüş zaviyesi, insanlık hakikatini en geniş nispette kavrayacak
kadar açık. Onun nazarında "hakikat" birdir, bölünmez bir bütünün tamamıdır. Herkesin bir felsefe anlayışına ve telakkisine sahip olmaya hakkı vardır; fakat hiç bir felsefî veya başka türlü formül, "hakikat"in tamamı değildir Her felsefî veya dinî inanç, kendi içinde bir bütün, fakat her birisi, aynı "hakikate başka başka zaviyelerden baktığı için, büyük bir piramidin birer köşesidir. Piramidin tamamı, tek bir insanın kavramaktan âciz olduğu "hakikat"in kendisidir.

Bu itibarla, ne kadar geniş olursa olsu
n, kendi kültürü ile iktifa etmeği düşünmez. Fakat ondan vaz geçmeği de aklından geçirmez, çonkü bu sahada, ne kadar çok kimsenin kendisinden geride olduğunu, lüzumsuz bir tevazu duygusuna kapılmadan, görür. Ancak bunu görmek, ona kibir ve azamet vermez, çünkü kendisinin başkalarından ileride olmasının, ne kadar büyük ölçüde tesadüflere ve şansa bağlı olduğunu çok iyi bilir. Kendisindeki "nur"u başkalarına zorla vermeği asla düşünmez; halbuki o, kendi iktidarı dahilinde ve en uygun şekilde, arzu eden herkese bütün bilgisini vermeğe hazırdır. Bunu hiç kimse istemese bile, kendi kendine memnun olmasını, huzur duymasını, kendi insanlığı ile, için için, iftihar etmesini bilir.

Tamamen, bütünü ile, su katılmamacasına baş başa kaldığı vakit dürüst, vicdanının se
sine her an sadık, kendi içinde kendisine karşı kuvvetli; fakat kendi faziletine en ufak bir ehemmiyet verdiğini göstermez; kendi şerefliliğini başkalarının görmesine yarayacak bir beyanda asla bulunmaz; gösterişli fedakârlıklara veya kendisine ehemmiyet verici tezahürlere tenezzül etmez. Fazileti de bilgisi kadar, sunîilikten uzak, âdeta utangaç ve mahçuptur. Başkalarının zaaflarına karşı ona hâkim olan his, hiddetli bir küçümseme değil, iyimser bir acımadır.

İmanlıdır ama, onu zorla aşılamaz

Dünyanın üzerinde, daha iyi bir dünyaya olan imanı ile yaşar ve onun nazarında, şu dünya üzerindeki hayatına mânâ, güzellik ve değer veren, sırf bu imanıdır. Bununla beraber o, gizli bir hazine gibi kendi derinliklerinde taşıdığı imanı, hiç kimseye zorla aşılamaya
kalkmaz.

Mükemmel insanın, Mason idealinin ve ideal Masonun manzarası, biraz böyle olsa gerektir. Esasen hiç kimse, fani bir insanın ulaşabileceği mükemmelikten daha fazlasını elde etmek vehmine kapılmamalı, hele böyle bir şey öğünmeğe kalkmamalıdır. Ark
asından koşulan mükemmelik, insan ölçüsünü geçmez ve, insan kusurlu olduğuna göre, bu gaye elde edilemeyecektir. Herkes, birer fert olarak, ona gittikçe daha fazla ve gittikçe daha emin bir şekilde yaklaşmaya çalışacak, ideal, daima gözümüzün önünde ve kalbimizin içinde bulunacaktır. Esasen bir idealin iyiliği, fertlerin ondan fiilen gerçekleştirebildikleri şeyle ölçülmez. Teker teker insanların varamayacakları ideal gayeyi, birbirlerinin eksikliklerini tamamlayan kimselerin yekûnundan kurulu Masonluk temsil eder ve herkese, toplu hayatta takip etmeleri gereken yolu gösterir.

Bu yol dikenlerle doludur.

Bir kimsenin kendi binasını inşa etmesi güzel bir şey olmakla beraber, yeterli de değildir. Mason olsun veya olmasın, her dürüst insanın, başkalarına karşı vazifeleri vardır. Herkes, kendi ölçüsünden, kimisi maddî yardımları ile, kimisi düşünce ve fikirleriyle, insanların adalet ve sevgi prensiplerine uyarak, huzur içinde yaşamalarına yardımcı olmalıdır.

Hayatının muvazeneli olmasını isteyen Mason, evvelâ
kendi binasını inşa etmekle kendi kendisine karşı olan birinci vazifesini yerine getirir. Bunun arkasından, öğrenip benimsediği, hürriyet, musavat, adalet, barış sevgisi vazifesine başlar. Masonlar, kendilerine hayatlarını verircesine bağlı binlerce kardeşin arasına girerek, maddi bakımdan gemilerini selâmete çıkarmak; insanlık prensiplerini kendileri hesabına benimseyerek, manevî huzura kavuşmak ve bu rahatlıkların üzerinde uyuklamak için bu mesleğe girmiş değildirler.

Şüphe yok ki bir Mason, evvelâ ken
disini kurtaracak, yani, aklın gösterdiği prensiplere sadık, dürüst, kâmil, olgun bir insan olmağa gayret edecek; fakat sonra, daha öteye giderek, insanlık binasının temeline, aklın hizmetindeki kuvvetiyle yontulmuş güzel taşlar, koyacaktır. Edindiği kültür kendisinde kalmayacak, olmayanlara verilecektir.

Seçkin, kabiliyetli ve yetiştirilmiş kimselerden kurulu Masonluk teşkilâtının, dünyanın gidişi ve düzeni üzerinde büyük bir rolü olması gerektiği muhakkaktır. Fakat Masonluk, bir dernek, bir siyasî parti
, veya herhangi bir hükmî şahsiyet gibi, teşkilâtı namına faaliyette bulunmaz. Kendi içinde yetiştirdiği azaların her birisi, kendi adına ve kendi mesuliyeti altında hareket eder. Hiç bir Mason, Masonluk namına iş görmez. Yalnız, her birisi, tek bir vücut olduğunu söylediğimiz Masonluğun bir cüz'ü olduğu için, kendi meslek sahasındaki faaliyeti de, Masonluk ruhunun her yere yayılmasına sebep olur.

Bir kimse, Mason olmakla, eski şahsiyetini kaybetmiş değildir. Yine ailesinin reisi, yine işinin sahibidir; i
çtimaî şartlarında değişen bir şey yoktur. Fakat Masonluk kültürünü o kadar kendisine mal etmiş, Masonluk prensiplerini o kadar kendisinin bir parçası haline getirmiştir ki, istese de istemese de, faaliyeti, bu sağlam prensiplerin yayılmasına vesile olacaktır.

"Kendi kendini inşa etme"

Bu faaliyet, bilhassa iki yönde kendisini gösterir:

1. Mason, öğrendiği prensipleri herkese öğretmeye, yaymağa çalışır. Yalnız, öğretmek nispetten kolaydır. Ama bu da kâfi değil: çünkü öğrenmek, yapmak ve tatbik etmek değildir. İnsanları bu yola sevk etmek için eldeki tek vasıta, zorlamağa baş vurulmayacağına göre, insanın kendi bildiklerini harfi harfine uyguladığını göstermekten, yani iyi bir "model" olmaktan ibarettir. Masonların kendi aralarında söyledikleriyle, faal
iyet sahalarındaki temas ve hareketleri, tutarlı olmalıdır.

2. Mason, bunun yanı sıra, Masonluk prensiplerini, Mason olsun veya olmasın, bütün insanların rehberi haline getirmek için, elinden geleni yapmalıdır. Yine Masonluk namına değil, kendi namına ve
kendi mesuliyeti altında, kedi mesleği içindeki dar veya geniş selâhiyet sahasından faydalanmalıdır. Orada Mason veya Mason ruhlu insanların, yollarını açar; lâyık görmediği kimselerin faaliyetlerini, diğerleri menfaatine kösteklemeğe çalışır. Masonluğa teklif etmeğe utanacağı bir kimseye, imkân bulursa, mesuliyetli işler vermez; bazan bir tek reyin bile büyük rolü olabilir. Bu, Masondan Masona bir dayanışma değildir; karakterine inanılan bir insanın, öyle olmayana tercih edilmesi demektir.

"Kendi kendin
i inşa etme" ve "Mason prensiplerini öğretip hâkim kılma"ya biz, Masonun vazifeleri diyoruz. Masonluğun prensiplerini benimsemiş olan bir adamın, vazifenin kendisine emrettiği şeyden başkasını istemek içinden gelmez; vazifesini yapacağım diye, kendisini zorlamağa ihtiyacı yoktur, onu nefes alır gibi yapar.

Bilenle bilmeyenin, hakikî değerle sahte değerin birbirine karıştığı bugünlerde, büyük bir sosyal ve politik çalkalanma içinde kaynaşan dünyanın her yerinde, ve hele Türkiye'de, Masonluk prensiplerine ç
ok ihtiyaç vardır. Hiç kimse mükemmel insan değil, ancak insanın olabileceği kadar mükemmeldir. Mükemmel olan Mason değil, Masonluktur.