"Ortaçağ Avrupasında, yönetici sınıfın ahlak anlayışı Nibelungenlied efsanesi ile eski İzlanda sagalarındaki ahlak ilkelerine bağlı kalmıştı. Onuncu yüzyıla kadar, Jom-Viking'ler adı verilen bir pagan dinsel örgüt İskandinavya'da etkinlik göstermişti. Bu örgüt, çok sıkı bir disiplin altında yaşayabilen, cesaretleri kanıtlanmış müthiş savaşçılardan oluşuyordu. Savaş alanında can vererek, Valhalla'ya gitmek ve orada Woden'e (Odin) kavuşmak en büyük arzularıydı. Norman'ların İngiltere'yi fethetmeleri ile sonuçlanan Hastings Savaşında kendilerini pek kanlı bir biçimde kanıtlayan "Carles Birlikleri"nin kurucusu da, eski bir Jomsburg kardeşliği komutanı olan Kral Sweyn Forkbeard idi. Üstelik, bir çok Avrupalı soylu Norman kanı taşıyordu. Onikinci yüzyılda, bu kuzeyli şavaşçıların anıları hala çok canlıydı ve bir tür kahramanlık şiiri olan "chanson de geste"ler bu savaşçıların pagan ülkülerini dile getirmeye devam ediyordu: fizik güç, yağmacılık ve intikam hırsı."

 

"Kuzey Avrupa Savaş Kültlerine bağlı askerler, savaş alanlarındaki çılgın vahşetleri ile korku salmışlardı. Bir çok derebeyine bağlı olarak varlıklarını sürdüren bu savaşçılar, Kutsal Roma İmparatorluğunun yönetiminde oluşturulmak istenen barış içinde bir birleşik Avrupa ülküsüne engel oluyorlardı."

"Kilise, umutsuzca akan kanları durdurmaya çabaladı. Bu girişimin ilk örneklerinden biri; "Tanrısal Ateşkes" adı verilen ve soylulara belirli günlerde savaşmayı yasaklayan bir dinsel uygulamaydı. Kanlı içgüdüleri ehlileştirmek için uzun vadeli çözüm olarak da "Şövalyelik" kurumu düşünülüyordu. Savaşçılara bir hristiyanlık ülküsü aşılayan, özgün olarak savaş becerisini arttırmayı amaçlayan, ama pratikte, dinsel bir çağrı niteliğine bürünen, silahların kutsanması ve namus yeminleri gibi yarı dinsel ayinlerle süslü yeni bir uygulamaydı bu. Kuzeyli savaşçıların kan tutkusu, savunmasızları korumayı ön plana alan, dualarla dolu bir kendini feda etme işlemine dönüştürüldü."

 

"Bir şövalye, kötülük içermeyen merhamet, hile içermeyen nezaket, acı çekenler için sefkat ve eli açıklık sahibi olmalıdır. Düşkünlere yardıma hazır olmalı, hırsızlara ve katillere karşı çıkmalıdır. Adaletli bir yargıç gibi davranmalı, onurunu yitirmektense ölümü seçmelidir. Kendini savunamayan Kutsal Kiliseyi de korumalıdır."

 

"Sagalar zamanla yerlerini Kral Arthur romanslarına bıraktı, çılgın Galya'lı Amadis giderek Don Quixote'ye dönüştü. Roma İmparatorluğunu işgal eden barbarları uygarlaştırma ve Avrupa ile kaynaştırma işinde Katolik Kilisesinin uygulamalarından bir örnekti bu. Ancak, bu kültürel işlem yüzyıllar sürebilirdi ve daha acil, daha hızlı bir çözüm gerekiyordu."

"Bu gerilim Papalıkta bir devrime yol açtı. Gregory VII (1073-85) papalık kurumunu, batı hristiyan dünyasında tam bir yargıç ve önder konumuna yükseltti. "Tıpkı yaşam süresince, ruhun bedene bağlı olduğu gibi, dinsel iktidarın da askeri bir güce bağlı olması gerektiği"ni ileri sürerek, bir papalık ordusu, "Militia Sancti Petri"yi oluşturdu. Avrupa artık bu kral-papaları daha saygı ile dinliyordu.

"1095 yılında, Papa Urban II'nin, 683 yılından beri müslümanların elinde olan Kudüs'ü kurtarma çağrısı olağanüstü bir heyecanla karşılandı. İsa'nın kentinin inançsızların elinde kalması Tanrı'nın buyruklarına aykırıydı. Aslında, Kutsal Savaş, barbar kanı taşıyan soyluların yıkıcı enerjilerini harcayabilecekleri bir fırsattı."

"Norman kanı taşıyan soylular, bu çağrıyı hem Tanrı'ya asker olarak hizmet etme şansı, hem de, daha önce İngiltere'de ve Güney İtalya'da olduğu gibi, yeni topraklar ele geçirme fırsatı olarak değerlendirdiler. Tüm Avrupa "Deus li volt" (Tanrı istiyor) çığlıkları ile inledi. "Vexilla regis prodeunt" (Kralın sancağı önde gidiyor) ilahisini söyleyerek, hemen her sınıftan savaşçı-hacılar Kutsal Topraklara doğru yola çıktılar."

"İlk Haçlı Seferine katılan şövalyeler, birlik disiplini ile kişisel cesareti kaynaştıran, çeşitli savaşçı grupları olarak düzenlenmişlerdi. St. Bernard tarafından ihtirasları, yarasızlıkları ve şiddete yatkınlıkları eleştirilen bu ilk şövalyeler, giderek bireysel bir arayış tarzına dönüşen ve rahiplerin kutsal hac yolculuklarını anımsatan bir sakinliğe yaklaşan, yeni bir şövalyelik ruhuna yerlerini terk ettiler. Çoğunlukla maddi ve hatta erotik deneyimler içeren maceralar peşinde koşturan gezgin şövalye ile günahlarının affı uğruna haçlı seferlerine katılmayı kabul eden şövalye arasında artık bir benzerlik kalmamıştı."

 

"1099 yılı Temmuz ayında Haçlılar Kudüs'ü ele geçirdiler. Yağma ve katliamın şiddeti, Kilisenin soydan gelen kıyıcılık içgüdülerini yeterince hristiyanlaştırmayı beceremediğini ortaya koyuyordu. Kutsal kentin tüm nüfusu, yahudiler ve müslümanlardan oluşan, erkek, kadın ve çocuk tam 70.000 kişi üç gün süren bu toplu çılgınlıkta yaşamlarını yitirdiler. Kentin bazı sokaklarında askerler dizlerine kadar yükselen kan gölü içinde yürümek zorunda kaldılar. Bu şanlı (!) fatihler, gözyaşları içinde Kutsal Mezar Kilisesinde yalınayak, ağlayarak dua ediyorlar ve sonra tekrar yağma ve katliama katılmak için dışarı koşuyorlardı."

"Sonradan, Kutsal Topraklarda kalıp yerleşenler, çoğunlukla geride birşeyleri olmayan fransız serüvencilerdi ve kendi bildikleri feodal düzeni aynen Filistin'de de kurdular."

"Kral, altın işlemesi bir cüppe ile keyfiye takıyor, toplantılarda halı üzerinde bağdaş kurup oturuyordu. Soylular, Fransa'nın yün ve kürkten oluşan giyim tarzını terkedip ucu yukarı kıvrık terlikler, turbanlar, ipekliler, şam işi muslinler ve pamukluluar giyiyorlardı. Avlulu ve çeşmeli villalarda oturuyorlar, divanlara uzanıp, ut dinliyor, dans eden kızları izliyorlardı. Avrupa'nın hiç tanımadığı şekerlemeleri, narenciye ürünlerini ve kuyuklarda soğutulmuş kavunları yiyorlar; kadınlar da kozmetik ve ayna kullanıyorlardı. Kalabalık pazarlara, kadınlarına peçe taktırmaya ve cenazelerde profesyonel ağlayıcılar bulundurmaya alışmışlardı. Paralarının üzerinde arapça yazılar bile vardı... Kısa ama fırtınalı kışlar ile uzun, boğucu yazlardan oluşan iklim, oldukça gelişmiş arap tıp bilimine karşın, Filistin'in yeni sahiplerinin hastalık ve ölüm oranlarını yükseltiyordu... Halkın çoğunluğu müslümandı.... Ölüm, işkence ve kölelik tarafından sürekli gölgelenen yaşam, ancak özdenetim sahibi güçlü insanların ayakta kalmasına izin veriyordu."

"Kafirlerin saldırıları sonucunda, peşpeşe gelen yenilgiler ve "Tanrı'nın çocuklarının" (hristiyanlar) kitle halinde ölümleri ile Kutsal Kilisemizin nasıl yıprandığını öğrenince, inanıyoruz ki herkes yardıma koşacaktır. Sizleri, Kilise'yi kurtarmak ve kardeşlerimizi savunmak için elinizden gelen herşeyi yapmaya çağırıyoruz."

"Tampliye tarikatı, ilk Haçlı Seferi sonrasında Kudüs'te kuruldu. 12. yüzyılın başlarında, Kudüs'te bulunan bir grup dindar asker "Süleyman Tapınağının Fakir Şövalyeleri Tarikatı"nı kurdu. Kutsal Toprakları ziyarete gelen hacıları, liman kenti Yafa ile Kudüs arasındaki tehlikeli yollarda yapacakları yolculuk sırasında korumak görevini üstlendiler. St. Augustine tarikatının dinsel kurallarına bağlıydılar ve Kudüs'teki Kutsal Mezar Kilisesi'nden yardım ve dinsel rehberlik sağlıyorlardı."

 

"1104 yılında, Champagne Kontu, Kudüs'ten geri dönen bazı yüksek rütbeli soylular ile bir toplantı yaptı...Bu toplantıda, André de Montbard da bulunuyordu."

Toplantıdan hemen sonra, Hugues de Champagne Kutsal Topraklara yollandı. 1108 yılına kadar Filistin'de kaldı. 1114 yılında, bir kez daha kısa süreli bir yolculuk yaptı ve Champagne'a geri döndü. Clairxuax'daki malikanesini St. Bernard'a bağışladı. Bundan dört yıl sonra, Champagne Kontu'nun hem vasalı ve hem de akrabası olan Hugues de Payens önderliğinde, André de Montbard ve yedi arkadaşı görevlerine başladılar. 1125 yılında, Hugues de Champagne da tarikata katıldı ve böylece, kendi vasalının emri altına girdi."

"Hugues de Payens, aslen Champagne yöresindendi ve soyu Troyes Kontlarının bir dalına dayanıyordu."

"1123 tarihli bir belge, Hugues de Payens'i "Magister Militum Templi" (Tapınak Şövalyleri Üstadı) olarak nitelendirmektedir. "Magister Militum" ünvanı Roma İmparatorluğunda "Başkomutan" karşılığındadır. Oysa, o dönemde bu küçük grup sadece bir kardeşler birliğinden ibarettir ve ilk yıllarda yeni katılımcılar bulmakta pek güçlük çektikleri için neredeyde dağılmak üzeredir."

 

"Kudüs kralı, eskiden Süleyman Tapınağının bulunduğu bölgeyi onlara merkez olarak bağışlamıştı. Bu nedenle, Tampliyeler kendilerine "militia templi" (tapınak askerleri" adını seçmişlerdi."

 

"Yeni tarikatın tam ismi "Pauperes Commilitones Christi Templique Solimanis" (Süleyman Tapınağının ve İsa'nın Fakir Askerleri) idi. İlk görevleri, Kudüs yolunu korumaktı ama, kısa bir süre sonra gönüllü bir polis gücüne dönüştüler."

"Kendilerini Tanrı'ya adamış, namuslu ve disiplinli bir yaşam arzulayan, varlığa değer vermeyen bazı yüksek düzeyli soylu şövalyeler, Patrik hazretlerini gözetimi altında, İsa'ya hizmet etmek için bir araya geldiler. Bu kişilerin arasında en önemlileri; Hugues de Payens ile Geoffroy de Saint-Omer'di. Kalacak bir yerleri ya da kendilerine ait bir kiliseleri bulunmadığı için, kral (Kudüs Kralı II. Baudouin) geçici olarak, onları kendi sarayına, Tapınağın güney kısmına yerleştirdi. Patri ve diğer piskoposlar tarafından, eski günahlarının affı için verilen ilk görevleri, yeteneklerinin tümünü kullanarak Kudüs yollarını, hacıların güvenliği için, soyguncular ve saldırganlardan temizlemekti."

"Kral Baldwin, savaşçı-rahiplere, kendi sarayının doğu kısmını, eskiden Süleyman Tapınağının bulunduğu yerin tam karşısına düşen ve sonradan inşa edilecek olan El-Aksa Camii'nin yanında bulunan bir bölgeyi bağışladı. Kutsal Mezar Kiliseis'nin ahırları da atlarına tahsis edildi."

Tampliye Şövalyelerinin ardında, onları askeri ve idari şubesi olarak kurmuş bulunan bir gizli örgüt mevcuttu. Çeşitli isimler altında varlığını günümüze dek sürdüren bu örgütün en çok tanınan adı "Sion Birliği" (Prieuré de Sion)'dur. Prieuré sözü, dinsel birlik ya da topluluk anlamına gelmektedir".

Baigent, Leigh ve Lincoln, Sion örgütünü de kapsayan (bir çok yerde "Our Lady of Sion" ya da "Notre Dame de Sion" diye de geçer) ve Champagne bölgesinden çok sayıda aileyi de içine alan, bir komplonun kanıtlarını ortaya çıkardılar. Onlara göre, Tampliyelerin kuruluşunun ardında bile bu komplo mevcuttu.

Olayların ardındaki asıl düzenleyici, Tampliye tarikatının kurulmasını sağlayan ve sonradan 1125 yılında kendisi de Tampliyelere katılan Champagne kontu Hugues idi. Bazı tarihçiler, Hugues de Champagne'ın Hugues de Payens'ın akrabası olduğunu ileri sürerler, ancak bu konuda belgeler kesin değildir. Kesin olan, Hugues de Payens'ın Hugues de Champagne'ın vasalı olmasıdır.

"Bazı yazarlar, Tampliyelerin aslında, İsa'nın yalancı peygamber olduğunu ve gerçek Mesih'in Vaftizci Yahya (John the Baptist) olduğunu ileri süren Mandean ya da Johannit (Yahyacı) din sapkınlığına bulaştığını iddia ederler. Ortadoğudaki varlıkları süresince, Tampliyeler kuşkusuz bazı Johannit mezheplerle karşılaşmışlardır".

"Johannit mezhebinin başrahipleri "Christ" adını taşırlar ve Vaftizci Yahya'dan bu yana hiç aksamadan süregelen bir zincir oluştururlar. Tampliye tarikatının kuruluşu sırasında (1118 yılında), başrahip olan Theocletes, Hugues de Payens'i yakından tanıyordu. Ona Johannit gizemlerini öğretti, ayrıcalıklı davranarak, kısa sürede rahiplik ve üst düzey yöneticilik önerdi. En sonunda, Hugues de Payens'i kendi yerine geçecek kişi olarak belirledi".

"Sion Birliğinin en az iki Büyük Üstadının Johannit bağlantılı eylemlere katıldığı biliniyor. Hugues de Payens'in de gizli bir Johannit olduğu 19. yüzyılda önce Vatikan, sonra da Teosofist'lerce açıklanmıştır.

"Johannit'ler gizli kiliselerinin kuruluşunu Vaftizci Yahya'ya bağlarlar ve mezheplerinin başrahiplerine Christos, Mesih ya da Kutsanmış adını veririler. Başrahipler, Yahya'dan bu yana birbiri ardınca hiç aksatmadan dinsel iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Tampliye tarikatının kuruluşu sırasında, bu hayali niteliklerin sahibi olan Theoclet isimli bir şahıs Hugues de Payens'i bu sözde kilisenin gizemlerine ve umutlarına ortak etmiş, rahiplik ve yöneticilik vaatleri ile kandırmış ve sonunda da, onu kendi yerine başrahip olacak kişi diye saptamıştır".

 

"İsa'nın ve hristiyanlığın gerçek öyküsü Johannit (diğer adıyla Nazaren) mezhebinin başrahibi tarafından Hugh de Payens'e açıklandı. Sonradan bu giz, Filistin'deki şövalyelere, ayrıca St. John tarikatının daha soylu ve daha aydın üyelerine aktarıldı. Gizli amaçları, entellektüel fikir özgürlüğüne kavuşmak ve evrensel bir dinin kurulmasıydı. İtaat, fakirlik ve namus yeminleri ile bağlanmış, vahşi topraklar üzerinde, yaban balı ve çekirgelerle beslenen, Vaftizci Yahya'nın gerçek askerleriydi onlar. Gelenekler ve gerçek kabalacı uygulama böyledir".

"1099 yılında Haçlılar Kudüsü aldıklarında, kentte az sayıda kalan yahudilerden "Kutsalların Kutsalı" hemen orada, Dome of the Rock'da (Kubbet-üs Sahra'da) bulunduğunu öğrendiler. Ancak Haçlılar, yanlışlıkla islam yapısı olan Kubbet-üs Sahra'yı Süleyman Mabedi sandılar".

"1118 yılında, aralarında Geoffroi de Saint-Omer ve Hugues de Payens'in de bulunduğu, dokuz haçlı şövalyesi kendilerini dine adayarak, Photius zamanından beri Roma'nın dinsel otoritesine gizli ya da açık düşmanlık eden Constantinople (Istanbul) Patrik'ine yeminle bağlandılar. Tampliyelerin herkese açıklanan görevi kutsal yerleri ziyarete gelen hristiyan hacıları korumaktı. Gizli amaçları ise, Ezekiel tarafından kehaneti yapılan modele uygun olarak Süleyman Mabedini yeniden inşa etmekti."

"Dokuz şövalyenin gerçek görevi, eski Mısır ve Yahudi gizli geleneklerinin özü hakkında bilgiler bulunduran, bazıları tahminen Musa'nın zamanından kalma, yazıt ve kutsal eşyaları araştırmaktı...Bu özel görevi yerine getirdiklerine hiç kuşku yoktur. Elde ettikleri bilgiler, tarikatın gizli toplantılarında ağızdan ağıza yayılmıştır."

 

"1960'larda, Louis Charpentier, açık ve kesin ifadeleri ile dikkat çeken iki kitabında, Tampliyelerin Kutsal Topraklara Süleyman Mabedinin Ahit Sandığını bulup Avrupa'ya götürmek amacıyla St. Bernard tarafından gönderildiklerini iddia etti. Bu amaca ulaştıklarına dair kanıt olarak da, Tampliyelerin simya yoluyla elde ettikleri gümüşler sayesinde Avrupa'daki gotik katedralleri inşa ettirdiklerini ileri sürdü. Ayrıca, Kolomb'tan yaklaşık üçyüz yıl önce, Tampliyelerin amerika kıtasına giderek, oradan da gümüş getirip La Rochelle limanına boşalttıklarını iddia etti."

"...Bir çok yahudi ve islam efsanesi, Kudüs'teki Ruhlar Kuyusunun (Well of Souls) altında toprağın derinliklerine inen bir gizli geçit bulunduğunu ve Süleyman Tapınağının yıkıldığı zaman, Ahit Sandığının oraya gizlendiğini anlatır. Bir çok kişi, cinler ve şeytanlar tarafından korunan Ahit Sandığının hala orada olduğuna inanmaktadır. Hugues de Payens ve destekçisi Champgne Kontunun, Tampliye örgütünü kurmaları ve bu sayede Tapınak tepesinin kontrolunu ele geçirmelerinin asıl nedeni Ahit Sandığını ele geçirmek olabilir."

"Eğer, gerçek amaçları bu idiyse, açıkça görülüyor ki, başarısız olmuşlardır. 12. yüzyılda, basit bir kutsal eşyanın bile inanılmaz bir değeri vardı. Kaldı ki, Ahit Sandığı gibi eşsiz bir kutsal eşyaya sahip olanlar müthiş bir güç ve prestij kazanabilirlerdi. Bu nedenle, eğer Tampliyeler Ahit Sandığını bulmuş olsalardı, büyük bir zafer ilan ederek Avrupa'ya götürürlerdi ve herkes bundan haberdar olurdu."

 

"Kudüs'te sarayın diğer yanına Tampliyeler yeni bir bina inşa ettiler. Bu yeni binanın eni, boyu, yüksekliği, bodrumu, katları, merdivenleri ve çatısı o yörede bulunan binalardan çok farklıydı. Gerçektende, binanın çatısı o denli yüksekti ki, yüksekliğini söylesem dinleyenler bana inanmazlar."

"Tamplyelerin mimari ustalıkları neredeyse doğaüstü bir gelişmişlikte olup, özellikle kavisler ve sivri çatılarla dikkat çekmektedir...Sivri çatılar ve kavisler, aynı zamanda gotik mimari düzeninin ayırt edici özelliği olup, 12. yüzyılda inşa edilen Chartres ve diğer fransız katedrallerinde belirgindir. Bu yapıları, bilimsel anlamda, o dönemin mimari bilgilerinin izin verdiğinden çok daha üstün olarak değerlendiren uzmanlar vardır."

"Tapınak tepesinde yaptukları kazılar sonucunda, Süleyman mabediyle ilgili yazıtlar, belgeler, planlar buldular mı? Bu bulgular, antik çağların büyük anıtlarını yapanların ve hatta piramitleri inşa edenlerin bildikleri, ama çoktandır yitirilmiş uyum, denge, oran ve geometri ile igili mimari gizleri kapsıyor muydu? Tampliyeler, tarikatlarına verdiği desteğin karşılığı olarak, bu gizleri St. Bernard ile paylaştı lar mı?"

"Tampliyelerin dinsel önderi St. Bernard, gotik mimarinin erken döneminde, bu stilin yaygınlaşması ve gelişmesinde yapıcı bir rol oynamıştır. 1134 yılında, Chartres Katedralinin kuzey kulesinin inşası sırasında St. Bernard gücünün doruklarındadır ve bu harika yapının inşasında, ama özellikle kuzey kulesinin yapımında kullanılan kutsal geometri ilkelerini sürekli olarak eserlerinde vurgulamıştır."

"Gotik mimari...1134 yılında Chartres Katedralinin kuzey kulesinin yapım çalışmalarıyla doğmuştur. Bu tarihten hemen önceki yıllarda, katedralin inşası için hazırlıkların sürdüğü dönemde, St. Bernard, Chartres paşpiskoposu Geoffroy ile özel bir dostluk geliştirmiş, inşaatın planlarına olağandışı bir ilgi göstermiş, yapı ustaları ile hemen hergün konuşmuştur."

"Tanrı nedir" diye sorulunca, St. Bernard'ın yanıtı "O boy, genişlik, yükseklik ve derinliktir" olmuştur. Tüm Chartres Katedrali, büyük bir dikkatle, derin dinsel gizemlerin bir anahtarı olarak, özellikle dizayn edilmiştir. Örnek olarak; mimarlar ve duvarcı ustaları, yapının birçok farklı yerinde, taşlar üzerine karanlık anlamlar taşıyan törensel sözleri kazırken "gematria" (alfabedeki harfler yerine sayıların kullanıldığı eski bir ibrani şifre sistemi) kullanmışlardır. Aynı şekilde, süslemeciler ve heykeltraşlar da, yarattıkları binlerce farklı bezeme ve figürlerde, insan doğası, geçmiş olaylar ve İncil'in anlamı hakkında karmaşık mesajları dikkatlice gizlemişlerdir. Bir diğer örnek, kuzey kapısı üzerinde yeralan bir sahnede, bir öküz arabasına yerleştirilmiş olan Ahit Sandığının bilinmeyen bir yöne doğru taşınması temsil edilmektedir. Silinmiş ve yıpranmış yazıtta "Hic Amicitur Archa Cederis" (Ahit Sandığı burada gizlidir) sözleri bulunmaktadır."

"1139 yılında, adaylığı St. Bernard tarafından heyecanla desteklenmiş olan, II Innocent papa seçilince, Tampliyelere benzeri hiç görülmemiş bir ayrıcalık tanıdı; kendi kiliselerini inşa etme hakkı. Bu ayrıcalığı Tampliyeler sonuna kadar kullanmasını bildiler ve genellikle, tıpkı Londra'daki Temple kilisesi gibi, yuvarlak formu olan ve Tampliyelerin mimari ustalıklarını vurgulayan güzel kiliseler inşa ettiler."

"Kutsal hizmete baş koyan her kardeş, cehennem korkusuyla, Üstad'a mutlak itaat göstermelidir. İsa Mesih için, itaatten daha aziz bir davranıç yoktur ve eğer, Üstad ya da onun yetkilendirdiği bir kişi emrederse, sanki Tanrı'dan gelen bir emirmiş gibi hemen yerine getirilmelidir...Kendi özgür iradenizden tümüyle vazgeçmelisiniz."

Tampliye Tüzüğü, Troyes 1128

"1118-1119 yıllarında, Tampliye şövalyeleri Kudüs'te ilk kuruluş döneminde, esas görevi kıyı kenti Yafa ile Kudüsü bağlayan yolları korumak olan "fakir" bir tarikatti. Ancak, bu yeni doğmuş örgüt, kurucularından Andre de Montbard'ın yeğeni olan St. Bernard'ın koruması altına girince, önemli değişiklikler yaşadı. Zaten, St. Bernard'ın kendisi de, yirmi yaşındayken dinsel yaşama girene kadar, tam bir şövalye eğitimi almıştı."

 

"St. Bernard'a Clairvaux topraklarını bağışlayan Hugues de Champagne'dı. St. Bernard, orada manastırını kurdu ve "imparatorluğunu" genişletmeye başladı. Tapliyelerin resmi "sponsoru" olarak, Troyes konsilinde papalığın tarikatı tanımasını sağladı...St. Bernard'ın eski öğrencilerinden ve Clairvaux'nun rahiplerinden biri olan papa Innocent II, Tampliye tarikatını papa dışında hiç bir otoriteye hesapvermek durumunda olmayan, ayrıcalıklı bir statüye yükseltti."

"1128 yılında, Bernard de Clairvaux daha henüz yirmisekiz yaşındayken, Troyes konsili Tampliyeler için bir tüzük hazırlanmasını ondan istedi. St. Bernard, bunun çok daha fazlasını gerçeklerştirdi ve tarikatın dinsel önderi oldu. Para ve arazi bağışları yapılmasını sağladı; soylu ailelerin erkeklerini, tarikate katılarak kılıç ve haç sayesinde günahlarından arınmaları konusunda teşvik etti."

 

 

"St. Bernard, feodal soyluların enerji fazlasını yöneltebileceği ve böylece "canileri, hırsızları ve katilleri" dine kazandırabileceği bir yöntemi yaratmıştı. Hugues de Champagne'a yeni adamlar bulmak ve bir tüzük hazırlamak sözünü verdi: "Tanrı'nın savaşında, İsa'nın askerleri olacaklar..." Askeri hristiyanlık gerçek yaratıcısını bulmuştu."

 

 

"...düşmanı öldürmek günah değildir...İsa'nın askerleri sevap için adam öldürür ve kendi ölürse daha büyük sevap olur. Kendi kurtuluşu için ölür, İsa için öldürür."

"St. Bernard, Tampliyelerin Tanrı'yı hoşnut eden dinsel yaşantıları ile diğer şövalyelerin, zina, yağma, hırsızlık ve diğer birçok günahla dolu ahlaksız yaşantılarını kıyaslayarak, gençleri Tampliye örgütüne katılmaya çağırıyordu. İsa'ya kendini adamak, dua ve erdemlerle dolu bir yaşam, inançsızlara karşı savaşırken ölebilmek; tüm bunlar, önceden işlenmiş günahlardan arınmak için yeterliydi. Bu bakımdan, St. Bernard tüm ruhunu kötülük sarmış katilleri ve tecavüzcüleri Tampliyelere katılarak, ruhlarını kurtarmaya davet ediyordu. Aforoz edilmişler için bile bir çıkış yolu, bir af olanağıydı bu. Tampliye yemini kiliseye bağlılığın kesin kanıtıydı, gerçek haç uğruna savaşla geçecek bir yaşam da Tanrı hoşnutluğunun garantisiydi."

 

"Tampliyeler, kuzu kadar uysal ve aslan kadar yırtıcıdırlar; bir rahibin yumuşaklığı ile bir şövalyenin cesaretini kendilerinde birleştirirler. Süleyman Mabedini mücevherler yerine silahlarla, altın taçlar yerine kalkanlarla, şamdanlar yerine koşum takımlarıyla süslerler. Şöhrete değil zafere, şatafata değil savaşa düşkündürler. Boş konuşmalardan, gereksiz eylemlerden, ölçüsüz gülüşlerden, dedikodudan ve tüm boş şeylerden nefret ederler. Çok sayıda olmalarına karşın, tek çatı altında, tek tüzüğe bağlı, yek ruh ve tek yürekle yaşarlar."

 

"Tarikatın bir başka insan kaynağı, at ve silah alacak olanakları olmayan fakir şövalyelerdi (iyi bir savaş atının fiyatı yaklaşık 400 günlük tarım işçisi ücretine eşitti). Tarikate girişlerinde, tüm bunların yanısıra, hizmetkar ve seyislere de sahip olabiliyorlardı. Yeterli besin ve yatacak yer garantisi vardı...Önceden ne ölçüde azalmış olursa olsun, kendilerine olan saygıları kısa zamanda yükseliyordu."

 

 

"Adayların tarikate kabul töreni haftalık toplantılarda yapılırdı. Kardeşlerin çoğunluğu uygun bulursa, aday toplantıya getirilir, kardeşler tarafından sorgulanırdı. Verdiği yanıtlar tatmin edici bulunursa, en önemlisi piç değilse ve eğer soylu ve özgür bir kişiyse, Üstad'ın huzuruna çıkartılırdı..."

 

"Büyük gizlilik içinde yapılan giriş törenleri, her zaman Kudüs'teki Kutsal Mezar Kilisesinin rotundasının bir örneği şeklinde düzenlenmiş bir salonda gerçekleştirilirdi. Zaten, Tampliyelerin inşa ettiği bir çok kilise ve şapel Kutsal Mezar Kilisesinin bir örneği olarak yapılmış ve tıpkı İspanya'nın Segovia kentinde bulunan Vera Cruz Tampliye kilisesinde olduğu gibi, tam merkeze İsa'nınmezarını temsil eden iki katlı ve merdivenlerle çıkılabilen bir lahit yerleştirilmiştir. Özel törenlerin belirli bir aşamasında, tarikat üyelerine bu lahite çıkarak, kısa bir süre için temsili olarak Tanrı'nın yüzüne bakabilme şansı veriliyordu."

Ian Wilson, The Shroud of Turin

"Geceleri yapılan gizli törenlerde yeni şövalyeler tarikate katılıyordu. Büyük Eğitmen (Grand Prior) toplantıya katılan kardeşlere, bir kaç kez adayın aralarına alınmasında bir itirazları olup olmasığını sorardı. Eğer hiç bir itiraz yoksa, tüzük maddeleri gereğince, adayın ailesi, borçları, hastalıkları ve bir başka örgüte üyeliği sorgulanırdı. Tüm bunlara uygun yanıtlar alınırsa, aday diz çökerek, tarikatın "bir kölesi ve hizmetkarı" olmak istediğini bildirir ve "Tanrı ve Kutsal Meryem" adına bağlılık yemini ederdi."

 

"Tarikate kabul töreni sırasında, bir kaç kez, Tanrı'nın ölümsüzlüğü ve Tanrı'nın oğlunun saflığı dile getirilirdi. Tören yöneticisi adaya "ölmeyen ve hiçbir zaman ölmeyecek olan Tanrı'ya inanıyor musun?" diye sorardı. Zamanı gelince, aday, yemin etmek için alışılmış olduğu üzere İncil üzerine değil de, Mass'in İsa'nın cesedinden sözeden bölümüne el basardı. Adayın kutsandığı aşamada ise, tüm kardeşler "Hoc est enim corpus meum" sözlerini hep bir ağızdan söylerlerdi. Yemin sonrasında, aday artık resmen tarikate katılmış olur ve adaya beyaz manto gitdirilirdi. Töreni yöneten en son olarak 133. Mezmuru okurdu."

 

"Ecce quam bonum et quam jocundum habitare fratres in unum."

"Ne iyi, ne güzeldir, birlik içinde kardeşçe yaşamak !

Başa sürülen değerli yağ gibi,

Sakaldan, Harun'un sakalından

Kaftanının yakasına dek inen yağ gibi.

Hermon dağında yağan çiğ

Sion dağlarına yağıyor sanki.

Çünkü Rab orada bereketi,

Sonsuz yaşamı buyurdu."

 

133. Mezmur (Davud'un Hac İlahisi)

"Bu mezmur, İsraillileri Mısır'dan çıkışlarında besleyen ve yüksek bir teknoloji ürünü olan "Mana Makinası" hakkındaydı. Gizemli güçlere sahip bu makina "Ahit Sandığı" olarak da bilinmektedir."

George Sassoon, The Mana Machine

"Cistercian tarikatı (St. Bernard'ın kendi kurduğu tarikat) tüzüğüne göre "herşeyden önce üç temel yemin gelir; erdem, yoksulluk ve itaat yeminleri". Bu yeminleri aynen kabul eden Tampliye tarikatında, erdem kuralına göre, hiçbir şövalye, annesi ve kızkardeşi de dahil, asla bir kadına dokunamaz. Kadınlarla konuşmak bile sakıncalıdır, çoğu zaman da yasaktır. Tampliyeler hiçbir durumda çıkarmalarına izin verilmeyen kuzu derisi külotlar giyerler. Külot çıkarma yasağı, cinsel eylemleri engellemek amacıyla konmuştur. Tampliye tüzüğü kardeşlerin yıkanmalarını bile yasaklamıştır. Hiç kimse, özellikle bir diğer kardeş, bir Tampliyeyi çıplak görmemelidir. Manastırlar da dahil olmak üzere, sadece erkeklerden oluşan toplulukların sürekli problemi olan eşcinselliği engellemek maksadıyla, yatakhaneler geceleri de daima aydınlatılmış olmak zorundadır."

 

"Sessizlik üzerinde önemle durulurdu. Yemekhanelerde, konuşma yasağı nedeniyle sadece işaretle iletişim kurulurdu. Talimler ve ayinler dışında, kardeşler daima sessizce dua eder gibi dolaşırlardı. Günde iki kez, bir kardeş İncil okurken (özellikle Jozhua ve Makabiler bölümleri) hiç konuşma olmadan yemek yenirdi. Oruç tutarak zayıf düşülmemesi için, tüm kardeşler eşler halinde birbirini denetlemek zorundaydılar. Her yemekte şarap bulunurdu ama et haftada sadece üç kez yenirdi. Tüm yaşam savaşın gereklerine göre düzenlenmişti. Her şövalyenin üç tane atı vardı. Aslan avı dışında, avlanmak da tüzük gereği yasaktı. Saçlar her zeman kısa kesilmeli, mutlaka sakal bırakılmalıydı. Hristiyanlık tarihinde ilk kez, askerler rahipler gibi yaşamak durumundaydılar."

 

"Tampliyelerin kalkanları, tıpkı sonradan hristiyanlaştırılan Grail kahramanı Sir Galahad'ın kalkanı gibi, beyaz üzerine kırmızı renkte geniş bir haç resmi ile süslüydü. Tarikatın amblemi ise, iki şövalyenin birlikte bindikleri tek bir at figüründen oluşmuştu. Bu amblem, kardeşliği ve yoksulluğu simgelemekteydi. Kırmızı bir haç deseni işlenmiş beyaz mantolar giyerlerdi. Savaşa giderken, birliklere "Beauseant" adını taşıyan siyah-beyaz bir bayrak öncülük ederdi. Beauseant aynı zamanda Tampliyelerin savaş narasıydı."

 

"Her şövalye emirlere sonuna kadar itaat etmek zorundaydı. Tarikat, papa dışında hiçbir otoriteye hesap vermek zorunda olmadığı için, itaatsizlik karşısında, ölüm cezasını da içeren kendi cezalandırma sistemini yürürlüğe koymuştu."

"...Tampliyelerin özel yaşamları hiç yoktu. Bir kardeşin aldığı mektup bile, herkesin arasında ve Üstadın huzurunda yüksek sesle okunurdu."

"Savaş alanınıda, üçe karşı tek kalana dek, geri çekilemezlerdi. Bu da ancak Üstadın emri üzerine yapılabilirdi. Aslında, Tampliye tarikatına girenler, savaşta ölmekten başka bir umut taşıyamazlardı."

 

"Bir Tampliye için,inançsız bir insanı öldürmek dinsel bir ödevdi. St. Bernard'ın sözlerine göre "İsa adına adam öldürmek, cinayet değil, kötüleri yok etmek, adaletsizliği ortadan kaldırmaktır...Bir dinsiz öldürmek, zafer kazanmaktır, zira İsa'ya şan verir...Savaşta ölmek din şehidi olarak kutsanmak anlamına gelir." Bu hevesle, iki yüzyıl boyunca, yaklaşık yirmibin Tampliye din şehidi mertebesine yükselmiştir. St. Bernard'ın dehası, işte böylece "Kuzey Savaş Kültünü" dinsel bir adanmışlığa dönüştürmüştür; tıpkı pagan tanrıların hristiyan azizlerine dönüşmesi gibi. Sonunda, İsa Woden'i (Odin) yenmiştir."

 

 

"Tampliye şövalyeleri askeri mimarlıkta da çok başarılıydılar. Özel olarak inşa ettikleri, Filistin ve çevresindeki kalelerinin fethedilmesi neredeyse olanaksızdı. Bu önemli kaleler arasında en önde geleni Atlit kalesi (Chateau Pelegrin - Hacılar Şatosu) idi. Bu kale, 1218 yılında Tampliyelerin onikinci Büyük Üstadı William of Chartre tarafından inşa ettirilmişti..."

 

"Haşişi topraklarına en yakın olan kaleler, 1152 yılında Tampliyelere Kudüs kralı tarafından bağışlanmış olan Tortosa kalesi ve Beyaz kale (Chastel Blanc) idi."

"Ciddi ve manevi değerlere çok saygılı kişiler olan Tampliyeler, yitik bir yetkinlik biçimini eskilerde arayıp, duygusal ve nostaljik bir şövalye düzeni ülküsünü gerçekleştirmek amacındaydılar. Kendi cesaret, bağlılık ve dini emellerinin bilincinde olan bu kişiler, Haşişi'lerin yöntem ve amaçlarını kendilerine yakın bulmazlık edemezlerdi. Haşişi'leri ve Tampliyeleri oluşturan benzer bir insan kaynağı vardı: din dışı yaşamda bir etkinlik üstlenme fırsatları olmayan, asilzadelikten uzak, taşralı alçakgönüllü toprak sahipleri. Başarıları, her iki tarikatın da baskıcı hiyerarşik yapısı ve katı kuralları altında, kendi kişisel ve dinsel kimliklerini ısrarla aramalarından kaynaklanan, yeni tür maceracılardı bunlar."

"Tampliye örgütündeki, "birader, çavuş ve şövalye" sıralaması, Haşişi'lerdeki "lazik, fedai ve refik" düzeninin eşiydi. Tampliye şövalyelerinin, kırmızı haçla bezenmiş beyaz pelerinlerine karşılık, onların Haşişi'lerdeki eşdeğeri olan refikler beyaz üzerine kırmızı çizgileri olan bir pelerin giyerlerdi."

"İki tarikatın yüksek dereceleri de, dikkat çekecek kadar benzeşmekteydi. Tampliyelerin "prior (önder), baş prior ve üstad" ünvanları, "dai, büyük dai ve şeyh" derecelerine denk düşüyordu. Bu bakımdan, Tampliyelerin tüzüğünü St. Bernard hazırlarken, hiyerarşik yapının sonradan ve çok farklı bir kaynaktan aktarıldığını gözden kaçırmamak gerekir."

 

"Kutsal Topraklarda, silahlı Tampliye şövalyelerinin sayısı, çavuşlar da dahil edilse bile, hiç bir zaman üçyüz kişiyi aşmamıştır. Ancak, bu vurucu birlikler hemen her zaman, sıradan askerler, at uşakları ve paralı Türk askerlerle desteklenmişlerdir. Bu nedenle, büyükçe kalelerde çekirdeğini 50-60 şövalye ve çavuşun oluşturduğu, 400-500 kişilik bir garnizon bulunurdu."

 

"Haşişi kaleleri, etrafı surlarla çevrili bir binalar topluluğu olup, surların en zayıf noktasında bir kule bulunan, ele geçirilmesi zor korunaklardır. Aslında, bu kaleler savunma amacından çok, yapılacak operasyonlara bir üs oluşturmak görevini yerine getirirler. Hülagu'nun yaklaşık bir yüzyıl sonra Alamut'a karşı kullanacağı gelişmiş kuşatma araçlarının olmadığı bu dönemde, Suriye'de bulunan Haşişi kaleleri oldukça küçük ve İran'daki kalelerin doğal korumasından yoksundu. Tampliye ve diğer haçlı tarikatlarının, Haşişi'lerden aktarıp geliştirdikleri strateji, kalelerin, toprak kontrolu ve düşman birliklerinin yolunu kesme görevinden çok, sömürgeleştirici işlevleriydi."

 

"Haşişi'lerin Suriye kolunun Tampliyelere ödediği ünlü üçyüz altın olayı, hiç bir zaman çözülememiş sırlardan biridir. Bir görüş, bu tutarın hristiyanlara haraç olarak ödendiğini ileri sürer. Bir diğer görüş ise, bu ödemeyi, büyük örgütün küçüğüne destek olması şeklinde yorumlar. Haşişi'leri, fanatik müslümanlar ve bu nedenle, kendi inançlarına göre kafir olan kişilerle asla işbirliğine yanaşmayan insanlar olarak düşünenler büyük yanılgı içindedirler. Zira, Haşişi'ler için, herşeyin doğrusunu sadece Şeyh-ül Cebel (Raşid-el Din Sinan; 1162-1193 arası Suriye Haşişi'leri şeyhi) bilir ve Kutsal Topraklarda Allah adına haçlılarla savaşan diğer müslümanlar, Haşişi öğretisine yanaşmadıkları sürece, en az haçlılar kadar güvenilmez ve kötüdürler."

"...Selahaddin Eyyubi, 3 Temmuz 1187 Cuma sabahı, şafakla Hittin yakınlarında saldırıyı başlattı. Savaş sonunda, aralarında Kudüs kralının da bulunduğu, otuzbin haçlı esir edilmişti. Müslüman belgelerinde, esirler arasında hiçbir Tampliye'den söz edilmez. Oysa, o günlerde, Selahaddin'in ünlü savaş narası "Ölüme koşun, Tampliyeler!" herkes tarafından bilinmektedir. Halbuki, hristiyan tarihçiler, Tampliye Büyük Üstadı Gerard de Ridefort'un da esir düştüğünü bildirmektedir. "Gerçek imanın ışığına" dönmeleri koşuluyla, Selahaddin tüm esirlerin yaşamlarının bağışlanacağını söyler. Tümü reddederler ve Büyük Üstad dışında, herkesin başı vurulur."

"Bir başka sav, bir grup Tampliye'nin saf değiştirip, müslümanlara katıldığı ve onların soyundan gelenlerin bugün kuzey Arabistan'da yaşayan Salibiyye (haçlılar) kabilesi olduğu biçimindedir."

 

Aslında bir Tampliye olduğu düşünülen bir trubadurun (gezgin ozan) Provensal lehçesi ile kaleme aldığı şiirinde, 1265 yılında "feci bir şekilde yitirilen bir çok kale ve kent" (özellikle, Kayseriye kenti ve Arsuf kalesi) konu edilmektedir:

"Acı ve azap öyle yüreğimi doldurdu ki, kendi canıma kıymayı düşünüyorum. Haçta can veren adına, haçta şerefle can vermeyi ben de istiyorum. Ne Kutsal Haç, ne de O'nun adı, bizleri bu lanet Türklerden koruyamıyor. Aslında, Tanrı'nın Türkleri desteklediği aşikar. Tek bir saldırı ile Kayseriye'yi aldılar. Güçlü Arsuf kalesi de düştü. Tanrım, ne zor bir yola saldın, Arsuf duvarları arasında sıkışıp kalan şövalyeleri. Ne yazık! Suriye krallığı öyle bir yitip gitti ki, eski gücü darmadağın oldu.

Türklerle savaşmak çılgınlık, İsa bile onlara karşı çıkmıyor. Frank'ları, Tatar'ları, Pers'leri ve Ermeni'leri yok ettiler. Ve her gün bize yeni yenilgiler tattırıyorlar. Bizim koruyucu Tanrı'mız uykuda ve Muhammed (Bafometz) Sultan için tüm gücünü kullanıyor."

 

"...1291 Yılı Mart ayında, 160,000 piyade ve 60,000 süvariden oluşan muazzam bir Memlük ordusu Akka üzerine yürüdü. En gelişmiş silahlara sahip müslüman ordusunda, en az 100 kadar mancınık da vardı. Savunmadaki Akka'nın tüm sivil ahalisi 50.000 kişi kadardı ve yalnizca 14,000 düz asker ile 800 süvari savaşçı mevcuttu."

"Türk mühendisler sürekli surların ve kulelerin altına lağım kazıp, mayın döşüyorlardı. Bitmez tükenmez mancınık salvoları nedeniyle surlarda yer yer gedikler açılmaya başlamıştı. Ayrıca, kent içine doğru devamlı Rum ateşi ve ok yağmuru vardı. Henri III anlaşma yollarını denedi, ama el-Eşref koşulsuz teslimden başkasına yanaşmadı. 15 Mayıs'a gelindiğinde, ilk sıradaki surlar ve tüm savunma kuleleri tümüyle yerle bir olmuştu. İkinci surların önündeki hendeği kum torbaları, at ve insan cesetleri ile dolduran Memlükler kentin ana kapısına ulaştılar. Develere binmiş 300 davulcunun sürekli çaldıkları davullarla cesaret bulanlar kente girmeyi başardılar. Kentin dar sokaklarından at üstünde saldıran Tampliye ve Hospitalye şövalyeleri bu ilk dalgayı geri püskürtmeyi başardı. Ancak, akşama doğru, gün boyu süren saldırılardan umutlarını yitiren Frank'lar iç kaleye sığınmak zorunda kaldılar. Ertesi gün, kentin limanından, tüm kadın ve çocukları gemilere bindirip, Kıbrıs'a göndermek istediler, fakat ne yazık ki, fırtınalı hava denize açılmaya uygun değildi."

"18 Mayıs Cuma günü, şafaktan hemen önce Sultan el-Eşref genel saldırı emrini verdi. Önce tek bir büyük davul çalmaya başladı, sonra ona katılan yüzlerce davul, borular ve zillerin ürpertici ezgileri saldırı emrini herkese ilan etti. Okçular ve mancınıklar, lanetli kenti sürekli ateş altında tutuyordu. "Neft yağlı oklar yağmur gibi yağarken" Memlük intihar timleri dumandan yararlanarak kentin içine sızdılar"

"Akka artık kesin olarak yitirilmişti. Korku içindeki halk; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar çaresizce limana koştular. Kral Henri III çoktan denize açılmıştı ve limanda pek az sayıda gemi kalmıştı. Kalabalık sandallarda itiş kakış başladı; yükü fazla olanlar sulara gömüldüler. Tüm bu felakete bir yenisi eklendi ve müthiş bir fırtına başladı. Memlükler bu sırada rıhtıma ulaşıp geride kalanları kılıçtan geçirdiler."

"Sağ kalan Tampliye şövalyeleri, deniz kıyısında kendilerine ait olan bir kaleye çekildiler. Çok sayıda kadın ve çocuk da Tampliyelerin kalesine sığınmayı başarmıştı. Tampliyeler bu zavallıları, kendi gemilerine bindirip, Kral'ın filosuna yetişmek üzere yolcu ettiler. Herkes yetecek kadar yer olmadığı için, tüm şövalyeler, hasta ve yaralı olanlar bile geride kaldılar. Son gemilerin yola çıkışına tanık olan bir kişi, sonradan şunları kaleme almıştır: "Gemiler kıyıdan uzaklaşıp, yelken açmayı başarınca, geride kalan tüm Tampliyelerden bir sevinç çığlığı yükseldi..." Bir kaç gün sonra, Sultan el-Eşref pek uygun koşullarla bir barış önerisi gönderdi. Tarikat marşali Pierre de Sevrey, kalede bulunan tüm insanların, mal ve mülkleri ile birlikte Kıbrıs'a gitmesine izin verilmesi karşılığında, kaleyi Memlüklere teslim etmeyi kabul etti. Sayıları yüzü bulan Memlük askeri, hazırlıklar için kaleye alındı ve Sultanın hilalli sancağı burçlara asıldı. Ancak, içeri giren Memlükler tamamiyle disiplinsiz davrandılar ve hristiyan kadınlara saldırdılar. Buna çok kızan şövalyeler, kale içindeki tüm Memlük askerlerini kılıçtan geçirdiler. Ölünceye kadar direnmeye yemin eden Tampliyeler, Sultanın sancağını indirip yerine "Beau Seant"ı çektiler. Gece bastırınca Pierre de Sevrey, tarikatın komandanı Thibaut Gaudin ve bir kaç yaralı kişi ile tarikat hazinesi ve kutsal eşyaları bir kayıkla Sayda'ya gönderdi. Ancak, ertesi gün, el-Eşref kendi askerlerinin hatalı olduğunu ve layık oldukları ölümü bulduklarını söyleyerek, çok uygun koşullarla barış önerisini yineledi. Pierre ve bir kaç şövalye görüşmelerde bulunmak üzere kaleden çıktılar. Henüz Sultanın çadırına kadar ulaşmadan, yakalandılar ve derhal idam edildiler. Kalenin duvarları üzerinden olanları gören Tampliyeler kapıların ardına eşya yığarak mücadeleye devam ettiler, fakat müslüman lağımcıların surların altına kadar ilerleyen büyük bir lağım kazmalarını engelleyemediler. 28 Mayıs günü, kelenin kara tarafındaki cephesi çökmeye başladı. İkibin Memlük askeri açılan gedikten kaleye daldılar. Zaten çökmekte olan temele bu ağırlık fazla geldi ve tüm bina büyük bir gürültüyle yerle bir oldu. Memlükler ve Tampliyeler yıkıntının altında kaldılar."

"...İsa'nın Fakir Şövalyeleri"nin son uğraşı olan, Kilise'nin tefecilik karşısındaki tutumunu değiştirme çabaları tam anlamıyla ekonomikti. Kapitalizmin doğuşuna, Tampliyelerden başka hiçbir Ortaçağ kurumu bu denli katkı göstermemiştir. Ancak, tüm bunlara karşın, Tampliyeler, finans uzmanları olarak anımsanmaktansa, Akka kahramanları olarak belleklerde kalmaya layıktırlar. İsa adına, tüm o çağdaki Hristiyanlığı bile huzursuz edecek kadar olağanüstü bir biçimde ölüme atılan kardeşler olarak anımsanacaktırlar."

 

"Baphomet adını verdikleri bir put aracılığıyla şeytana tapmakla suçlanmaları, Tampliyeler'in halkın gözünde değerini yok etmişti. Baphomet, yönlendirilmiş irade gücünü temsil eden ve "fallus" ibadetine dayanan gnostik ayinlerin bir simgesiydi. Keçi sakallı ve keçi ayaklı, cinsiyeti belli olmayan bu put, eski çağların boynuzlu tanrısı Mendes keçisi ile bağıntılıydı".

 

"Bazı şövalyeler, işkence altında yapılan sorgulama sırasında; kızıl, gri ya da kara renkli bir kedi şeklinde bir puta taptıklarını itiraf ettiler. Yaptıkları ayinlerde, bazı durumlarda, kedinin kuyruk altının öpülmesi de gerekliydi. Kimi zamanlarda da, bu kedi putu, yakılmış çocuklardan elde edilen yağla ovuluyordu. Tampliyeler, savaşta ölmüş kardeşlerinin cesaretlerinin kendilerine geçmesi amacıyla, yemeklerine ölmüş şövalyelerin küllerini serpiyorlardı".

 

"12 Ağustos 1308 tarihli Engizisyon suçlama listesinden;

Madde; bu putlara ya da bir puta tapıyorlardı. Özellikle büyük toplantılarda onlara tapıyorlardı.

Madde; putlara Tanrı yerine tapıyorlardı.

Madde; kurtarıcı olarak tapıyorlardı.

Madde; putun onları kurtaracağını söylüyorlardı.

Madde; zenginlik verdiğini söylüyorlardı.

Madde; ağaçları çiçeklendirdiğini, tohumları yeşerttiğini söylüyorlardı.

Madde; putlara kuşaklar, bezler, ipler bağlıyorlar; sonra bu bezleri ve ipleri gömleklerinin altında, vücutlarına sarıyorlardı.

Madde; tarikata girişte her yeni üyeye bu bez ve iplerden veriyorlardı.

Madde; putlara böyle tapıyorlardı.

Madde; yeni girenlere yemin ettiriyor, bunları kimseye söylememeye and içiriyorlardı."

 

Suçlama Maddeleri

"...Bir çok yerde, fiziksel özellikleri farklı şekilde tanımlanan bir puta tapıyorlardı. Bu puta Baphomet adını vermişlerdi. Bu söz, etimolojik olarak, eski Fransızca'daki "Muhammet" sözü ile aynıydı (sorgu sırasında bazı Tampliyeler doğrudan "Muhammet" adını bir kaç kez kullanmışlardı). Daha önce kovuşturmaya uğramış olan bir çok sapkın topluluk gibi, Tampliyeler'in de gizli toplantılarını geceleri yaptıkları ileri sürülmüştü."

"Tampliyeler'in, Muhammet peygamberin adını taşıyan bir puta tapma uygulamasını Doğudan edinmeleri olanaksızdı. İsmailîler ve Dürziler gibi, en uç sapkınlıktaki Müslümanlar arasında bile, böyle bir put asla varolmamıştı. Müslümanların puta taptıkları düşüncesi de, Batılı Hıristiyanların Doğuyu küçük göstermeye çabalayan iftira sisteminin bir parçasıdır".

Peter Partner, The Murdered Magicians

"Melek Tavus tarikatına (Yezidiler) giriş törenlerinde, müritler boyunlarına iç içe örülmüş siyah ve kırmızı yünden yapılma bir iplik bağlarlar. Parsiler'in kutsal ipinde ve diğer eski Orta Doğu kültlerinde olduğu gibi, bu iplik asla çözülmemelidir. Sapkın suçlaması ile ortadan kaldırılan Tampliye tarikatında da bu uygulamaya aynen rastlanır".

Arkon Daraul, Secret Socities

 

"Koskoca sakallı bir adam kafası. Tüm taşra karargâhlarında bu puta saygı gösteriyorlar, tapıyorlar. Fakat, bütün tarikat üyeleri bunu bilmiyorlar; sadece Büyük Üstat ve kıdemliler biliyorlar".

Philip'in Talimatları

"1307 Yılında, Tampliyeler'in yargılanması sırasında, Fra. Jean de Taillefer şu kanıtları ortaya koydu: "Tarikata Champagne karargâhına bağlı üç bölgeden biri olan Mormant'ta katılmıştı. İnisiyasyon töreninde, sunağa bir adam kafasını temsil eden bir put konulduğunu söyledi". Bir başka Tampliye, Burgundy'li Hugues de Bure, şapelde yapılan toplantıda, bir dolap ya da sandıktan bir "kafa" çıkarıldığını, uzun sakallı bir adam heykeli olan bu putun, altın ya da gümüşten imal edilmiş olduğunu anlattı. Fra. Pierre d'Arbley putun hem önünde hem de arkasında iki yüzünün bulunduğunu söyledi. Akrabası Guillaume d'Arbley ise, putun yalnızca büyük toplantılarda sergilendiğini ve sadece özel durumlarda kıdemli şövalyelere gösterildiğini belirtti."

"Tarikatın Paris hazinecisi Jean de Turn, büyük toplantılardan birinde, boyalı bir kafatası biçiminde bir puta taptıklarını itiraf etti."

"Neredeyse tüm açıklamada bulunan tarikat kardeşleri, putun uzun sakallı ve uzun saçlı olduğunda birleşiyorlardı. Ayrıca, başkaca bir nedeni olmasa bile, o çağda çoğunluğun düşüncelerine uygun olarak, uzun saçı, kadınsılığın bir belirtisi olarak kabul ettikleri için, şaşırtıcı buluyorlardı."

Noel Currer-Briggs, The Shroud and the Grail

"...Gerçek bir insan başı büyüklüğünde, sakallı ve haşin ifadeli..."

Jean de Taillefer'in Sorgusu

"Tam olarak tarif edemeyeceğini, ama kırmızıya çalan bir rengi olduğunu sandığını açıkladı."

Ian Wilson, The Shroud of Turin

"Paris'te yapılan bir tarikat toplantısında, rahip tarafından getirilip sunağa yerleştirildi. Renksiz, soluk, süslü olmayan, tıpkı bir Tampliye gibi dağınık sakalları olan bir adam kafasıydı bu."

Stephen de Troyes

"Açıkça anlaşılıyor ki, kopyaları inceleyenler, altın ya da gümüş kutulardan, kafanın üzerinde tutulduğu ahşap panellerden söz ederler; halbuki, gerçek put, yani "kutsalların kutsalı" olarak kabul edilen Paris'tekiydi. Orada yapılan törenler de, tıpkı eski Bizans kilisesi törenlerine benzemekteydi."

Ian Wilson, The Shroud and the Grail

"Büyük olasılıkla, bu put, Tampliyeler tarafından ne ölçüde saygı ve sevgi ile anıldığı düşünülürse, Vaftizci Yahya'nın kesik başını simgelemekteydi. Tampliyeler, 1203-1204 yılları arasında yapılan 4. Haçlı Seferinde, Bizans'ın yağmalanmasına iştirak etmişlerdi. Robert de Clari, aralarında Vaftizci Yahya'nın kesik başının da bulunduğu iddia edilen, Istanbul'daki Boucoleon sarayı şapelindeki sayısız kutsal emanetleri etraflıca anlatmıştır. (Boucoleon sarayı bugün Tekfur sarayı olarak bilinmektedir, sarayın şapeli ise büyük olasılıkla Kariye olmalıdır)."

Baphomet'in kimliği hakkında bir başka ipucu da, Yuhanna İnciline göre, İsa'nın cenazesine baharat getiren Nicodemus'la ilgilidir. "Evangelum Nicodemi"de (Nicodemus İncili, 4. Yüz yıl), İsa lehine tanıklık eden Yahudilerin yöneticisi olarak da adı geçer Nicodemus'un. Chretien'in Perceval isimli eserinin birinci devam extrapolation'unda Arimathea'lı Josephus ile Nicodemus'un beraberce İngiltere'ye kaçışları anlatılır."

Noel Currer-Briggs, The Shroud and the Grail

"Nicodemus, çarmıhta acı çekerken gördüğü haline uygun olarak, İsa'yı temsil eden bir kafa heykeli yapmıştı. Eminim ki, bu heykelin yapımına Tanrı'nın eli de karışmıştı; çünkü, bu kafa asla bir insan tarafından yaratılmış olamazdı."

Perceval'ın Birinci Devam Extrapolation'u

"Tampliyeler'in putları, Mandylion kefeninden kopya edilmiş olan İsa'nın yüzünü temsil etmekteydiler. İngiltere'de Templecombe'da bulunan bir örnek, renkli bir panel üzerinde, gerçek insan başı boyutunda, kızıl sakallı bir erkek kafasıdır. Bu kafa, Tampliyeler'in verdikleri tanımlara uymaktadır; gerçek boyutlarda, sakallı adam kafası, ahşap plaka üzerine raptedilmiş vs.."

Ian Wilson, The Shroud of Turin

"Baphomet'in ileri sürülen fiziksel özellikleri, ya Maufe'ye (Kuzey Avrupa folkloruna ait bir cin), ya da eski kilise reliklerine bağlanabilir".

Peter Partner, The Murdered Magicians

Sorgucu: Bize "kafa"dan söz et !

Fra. Raoul: Kafa mı? Evet, Fra. Hugues de Peraud başkanlığında yapılan yedi ayrı toplantıda, kafayı ben de gördüm.

Sorgucu: Nasıl tapıyorlardı?

Fra. Raoul: Şöyle..Kafa ortaya çıkarılıp, gösterilince, herkes kendini yere atıyor, cüppelerini açıyor ve tapıyordu.

Sorgucu: Kafa nasıldı?

Fra. Raoul: Korkunçtu. Bana bir şeytanın, bir Maufe'nin yüzüymüş gibi gelirdi. Her gördüğümde o kadar korkardım ki, bakmaya cesaret edemezdim.

 

M. Michelet, Le Proces des Templiers

"Korkunç yüzü ve dağınık sakalları olan bir cin şeklinde tarif edildiğine bakılırsa, bu putun Asmodeus'u (tapınağın yapımında Süleyman'a yardım eden koruyucu cin) temsil ettiği söylenebilir. Rennes Le Chateau'da bulunan köy kilisesinin kapısında da Asmodeus'un bir heykeli mevcuttur".

"Kudüs'teki Tampliye karargâhı 1244 yılında Müslümanların eline geçti. Muzaffer sultan Baybars, Tampliye kalesini araştırttı ve kulede koruyuculuk yaptığına inanılan kocaman bir put bulundu. Baybars, putun yok edilmesini ve yerine bir mihrap inşa edilmesini emretti."

Ian Wilson, The Shroud of Turin

 

(3) Dişi Köken ?

"Tampliyeler'in, bir tür kafa ile bağlantılı gizli törenler yapmaları suçlamasının dayandırıldığı tartışılmaz kanıtlar bulunmuştu. Gerçekten de, Engizisyon kayıtlarında ağırlık taşıyan en önemli konu böyle bir kafanın varlığıydı...Paris karargâhında el konulan eşyalar arasında, kadın başı biçiminde garip bir ölü kalıntısı da vardı."

Baigent, Leigh & Lincoln, The Holy Blood and the Holy Grail

"Dövülmüş gümüşten mamul, büyük ve pek güzel bir kadın başı. Bu gümüş kafanın içinde, kırmızı ve beyaz yünlü kumaşlara sarılı olarak duran iki adet kafa kemiği vardı. Üzerinde CAPUT LVIIIm yazılı bir de etiket takılıydı. Kemikler oldukça ufak tefek bir kadına aittiler."

Oursel, Le Proces des Templiers

"CAPUT LVIIIm - KAFA 53m, hala şaşırtıcı bir mesele olmaya devam ediyor. Ancak, en sonda yer alan M harfinin, doğrudan bir harf olarak değil de, Virgo'nun (Başak burcu) astrolojik simgesi olabileceği öne sürülüyor."

Baigent, Leigh & Lincoln, The Holy Blood and the Holy Grail

"Von Hammer'e göre, Tampliyeler'e ait bir kadeh üzerinde yazılı olan bir slogan şöyleydi: "Tüm varlıkları tomurcuklandıran ve çiçeklendiren Mete'ye övgüler olsun. O bizim kökümüzdür. Bir ve yedidir. Sekizli isimdir". G. Massey ise, Mete'nin Baphomet ya da "Anne" anlamına geldiğini ileri sürer".

Kenneth Grant, Nightside of Eden

"Herodot, bir kafatasını metalle kapladıktan sonra, ona tapan ve kurbanlar sunan İssedon'lar isimli bir halktan bahseder. Isparta'lı Cleomenes, Archonides'in kafatasını bal dolu bir kova içinde saklamış ve önemli kararlar arifesinde kafatasından kehanetler beklemiştir. İÖ 4. Yüz yıldan kalma, Etruria'da bulunan bazı vazoların üzerinde, kesik kafalara tapınan ve onlardan kendilerine yol göstermelerini bekleyen insanlar resmedilmiştir. Aristo da, Karianlar'ın kesik kafalarından söz etmiştir".

Julian Jaynes, The Origin of Conciousness

"Kutsal Kâse Grail ile ilgili bir Gal romans olan Peredur'da, Keltler'in kesik kafa kültüne ve geleneklerine ait bölümler bulunmaktadır:

"Sayda'lı bir Tampliye şövalyesi, Maraclea'lı bir genç kadına deliler gibi aşıktı. Ancak, kadın henüz daha pek gençken öldü. Cenaze gecesi, çılgın âşık mezarı kazıp ölü bedeni çıkardı ve ölüyle sevişti. Bunun üzerine, gaipten yükselen bir ses, dokuz ay sonra geri gelmesini, zira bu mezarda bir evlat bulacağını söyledi. Tampliye bu emre uyarak, tam dokuz ay sonra mezarı tekrar açınca, iskeletin bacakları arasında bir kafa buldu. Gaipten gelen aynı ses "bu kafayı iyi muhafaza et, çünkü tüm güzellikleri ve iyilikleri sana verecektir" dedi. Tampliye kafayı yanına alarak uzaklaştı."

Ward, Freemasonry and the Ancient Gods

"Öykünün bir başka anlatımında, kadının adı da verilir; Yse. Açıkça, İsis'ten türetilmiş bir isim."

Baigent, Leigh & Lincoln, The Holy Blood and the Holy Grail

"Bir zamanlar yalnızca Tanrı vardı. Gücü sınırsızdı ve tek başınaydı. Yalnız olmaktan hoşnut değildi, bu yüzden bir eş yaratmak için kendini ikiye böldü. Düzen ve Mantık öğelerini kendinde tutarken, Coşku ve Kargaşa öğelerini eşine verdi. Eşinin adını Yse koydu. Yse, yaratılışı sırasında, öylesine sevgi ile dolmuştu ki, Tanrı onu ilk öptüğü anda, sonradan "Seçilmiş Yanıt" diye adlandırılacak olan, bir tepkide bulundu. Evrende, bir kadın ile bir erkek arasında oluşan ilk etkileşim ve ilk onaylamadır "Seçilmiş Yanıt", insanlığın en büyük gizemi ve bilmecesi olan "Kutsal Kâsedir (The Holy Grail)."

Synopsis from the Merovingian Bible, The Gnostic Christian Path

"Essene Odyssey" isimli kitabında Dr. Hugh Schonfield, bazı Essene/Zadokit/Nazaren metinlerinde kullanılan bir şifre yöntemini keşfettiğini ileri sürmüştür. "Atbash" şifresi adını verdiği bu tekniğin, Qumran'da bulunan bir çok eski belgede yer aldığını belirtmiştir."

Baigent, Leigh & Lincoln, The Messianic Legacy

"Schonfield, İbranî Atbash şifresini "Baphomet" sözcüğüne uyguladığında, dişil bilgelik anlamına gelen "Sophia" sözcüğüne ulaştığını açıklamıştır. Plutarkos ise, Sophia'nın İsis'i simgelediğini belirtmiştir."

David Wood, Genesis

"İsis'in büyüsü ile Mısır tanrısı Thot'un bilgeliği bağlaşıktır. Thot'un karısı Nehemaut ise Gnostiklerce Sophia diye adlandırılır. Bu yaklaşımla, Tampliyeler'in Baphomet'e tapınmaları aslında, Bilgelik ilkesine tapınmaları anlamına gelmektedir."

Graham Hancock, The Sign and the Seal

"Tampliyeler'in Atbash şifresini kullanmış olmaları, Orta Doğuda, on ikinci yüzyıl sonlarına kadar, Nazaren ya da Neo-Nazaren tarikatların varlığını ve öğretilerinin Batıya ulaştığını kanıtlar."

Baigent, Leigh & Lincoln, The Messianic Legacy

 

(4) Kara Bakire

"Plutarkos, İsis'i bilgiyle eş tutarken, Typhon'u cehaletle birleştirir. Aydınlanan kişinin ruhunu ışıklandıran gizli öğretinin karşıtıdır Typhon. Gerçek Bilgi kadar değerli başka hiçbir tanrısal armağan yoktur."

General Albert Pike, Morals and Dogma

"Çoğunlukla kara derili bir kadın olarak betimlenen, simya biliminin anası büyük Mısır tanrıçası İsis, Avrupa'da bulunan "Siyah Madonna'lar" ile birleştirilir."

Lynn Pickett & Clive Prince, Turin Shroud

"İsis'in elinde taşıdığı "ankh" (üst kolu halka biçiminde Mısır haçı), Siyah Madonna'ların ellerinde bulunan garip görünümlü asaları andırmaktadır. Bu heykellerin kara-yeşil renkleri, simyacılara göre, gizemi İsis'in seks organında saklı olan, büyük yaratıcılığı (opus) simgelemektedir."

Ean Begg, The Cult of the Black Virgin

"Kara Bakire İsis'tir ve gerçek adı Işık-Kadın'dır (Notre Dame de Lumiere)."

Pierre Plantard de St. Clair (Sion Birliği eski Büyük Üstadı)

"Chinon şatosunda ölümü bekleyen Tampliyeler, Kara Bakire'ye dua ediyorlardı. Kara Bakire dinini kuran kişi St. Bernard'dı. Yazdığı sayısız ilâhî ve verdiği vaazları ona adamıştı. Süleyman ve Saba Melikesi için Eski Ahit'teki Neşideler Neşidesinde (Songs of Songs) "Ben karayım, fakat güzelim, Ey Kudüs'ün kızları" dizeleri, Siyah Bakire kültünün nakaratıdır."

Ean Begg, The Cult of the Black Virgin

"Ben karayım, fakat güzelim,

Ey Yeruşalim kızları!

Kedar çadırları gibi,

Süleyman'ın büyük çadırları gibi."

 

Neşideler Neşidesi 1:5-6

"Adlarına "Siyah Madonnalar" denilen ve Fransa'da bulunmuş olan bir kaç yüz heykelin hemen hepsi dumanla ya da kandil isiyle karartılmıştır. Az sayıda, koyu renkli ağaçtan oyulmuş olanlar ya da yağ ve şarapla uzun süren işlemler sonucu karartılanlar da vardır. Haçlı seferleri sırasında, Fransa'ya taşınan Suriye, Mısır ve Kıptî kökenli putlar Siyah Madonnalara ilk örnekleri oluşturmuşlardır.

Kara Bakire kiliseleri genellikle Mary Magdalene'in adını taşırlar. 1247 Yılında, Tampliyeler'in Kudüs'e yerleşmesini sağlayan kral Baudouin II, "Turin Kefeni"nin bazı parçalarına karşılık, Vezelay Manastırından Mary Magdalene'in olduğu ileri sürülen bir cenazeyi almıştır. Gizli bir geleneğe göre, Magdalene İsa'nın karısıdır ve onun çocuğunu Güney Fransa'ya götürmeyi başarmıştır."

Ean Begg, The Cult of the Black Virgin

Tampliyelerin Mirası

 

(1) Afrika'nın Derinlikleri

"1145 Yılında, alman piskopos Otto von FreiSign, Chronicon adlı tarihinde, çok şaşırtıcı bir yazışmadan söz eder. Papa, o güne dek varlığı hiç bilinmeyen, Hindistan'ın Hıristiyan hükümdarından bir mektup almıştır. Bu kral, mektubunda, "Cennet Irmağı"nın kendi ülkesinde bulunduğunu bildirmektedir. Mektup, aslında Suriye'nin Akdeniz kıyısında bulunan Gebal kentinin piskoposu aracılığıyla Roma'ya kadar ulaştırılmıştır. Hıristiyan hükümdarın adı "Yaşlı John" (Yuhanna) ya da aynı zamanda bir rahip olduğu da ileri sürüldüğü için "Vaiz John" olarak geçer. Dediklerine göre, bebek İsa'yı ziyaret eden Magi'lerden birinin soyundan gelmektedir. İran'ın tüm Müslüman hükümdarlarına boyun eğdirmiş, Dünyanın diğer ucunda, gelişen bir Hıristiyan krallığı kurmuştur."

Graham Hancock, The Sign and the Seal

"Vaazcı Yuhanna" aslında, Havari Yuhanna'nın yozlaştırılmasından başka bir şey değildir. İncil'de bile, Yuhanna'nın hiç bir zaman ölmeyeceği söylentilerinin çıktığı ama bunun doğru olamayacağı yazılıdır. Avrupa'nın Müslüman tehdidiyle yüz yüze geldiği dönemlerde, Bizans tahtına çıkan bir çok imparatorun adı Batıda Yuhanna diye geçer. Bu sadece, yardım umutlarının bir söylenti sayesinde pompalanmasını ifade etmektedir".

Steve Sharper

"Piskopos Otto'nun Vaazcı John'un varlığını ve ülkesinde bulunan Cennet Irmağını açıklamasının üzerinden pek fazla zaman geçmeden, Papa resmi bir bildiri ile Haçlı Seferlerinin yinelenmesi çağrısında bulundu. İki yıl içinde, 1147'de, Alman İmparatoru Conrad, diğer derebeyleri ve bir çok soylu ile birlikte İkinci Haçlı Seferini başlattı.

Haçlıların talihlerinin yükselip alçalmasına uygun olarak, Avrupa'da zaman zaman Vaazcı John hakkında söylentiler belirip kayboluyordu. O dönemin tarihçilerine göre, 1165 yılında, Vaazcı John Bizans İmparatoru, Kutsal Roma İmparatoru ve diğer krallara gönderdiği yeni bir mektupla, pek yakında, orduları ile Kutsal Topraklara ulaşacağını haber veriyordu. Ülkesini yine pek şatafatlı bir tarzda anlatıyor, bu kez sadece Cennet Irmağının değil, aynı zamanda Cennetin Kapılarının da ülkesinde bulunduğundan söz ediyordu."

Graham Hancock, The Sign and the Seal

"Eğer gerçekten büyük gücümün nereden kaynaklandığını merak ediyorsanız, o takdirde kuşkusuz olarak inanın ki, ben Vaazcı John...Gök yüzünün altında yaşayan tüm yaratıklardan daha varlıklı, daha bilge ve daha kuvvetliyim. Yetmiş iki kral bana haraç ödemekte. Yürekten dinine bağlı bir Hıristiyan'ım ve ülkemdeki dindaşlarımı her an korumaktayım...Büyük bir ordu ile gelip, Tanrının mezarını ziyaret etmeye yemin ettim...İsa'nın haçının düşmanlarına da savaş açacağım ve onları acımasızca cezalandıracağım.

Görkemim üç Hindistan'ı tümüyle kaplıyor ve hatta, St. Thomas'ın mezarının bulunduğu uzak Hindistan'a bile yayılıyor. Çölleri aşıyor ve güneşin doğduğu yere, Babil Kulesinin yakınındaki ıssız Babil vadisine kadar uzanıyor..."

 

 

 

Bizans İmparatoru Manuel Comnenus'a gönderilen mektup (1165)

"Vaazcı John neredeydi ? St. Thomas'ın mezarından söz etmesi Hindistan'ı işaret ediyordu. Ancak, orta çağın coğrafya kavramları öylesine geriydi ki, Hindistan Nil nehri yakınlarında sanılıyordu. Bu nedenle, 1177 yılında Papanın Vaazcı John'a yazdığı mektup Habeşistan'a doğru yola çıkıyordu."

Mysteries of the Past

"Kardeşi Lalibela tarafından tahttan indirilene kadar Habeşistan hükümdarı olan Harbay'ın efsanevî Vaazcı John olabileceği sanılıyor."

Graham Hancock, The Sign and the Seal

"Vaazcı John'un mektubunda, kendisine karşı kardeşi ile iş birliği yapan Tampliyeler hakkında bile bir uyarı vardı:

"Sizin soyunuzdan gelen, sizin maiyetinizde bulunan bazı Fransızlar Sarasenler (Müslümanlar) ile iş birliği yapıyorlar. Size yardım edeceklerine inanıp, onlara güveniyorsunuz ama onlar sahtekâr ve hilebazlar...Cesur olun ve dua edin...Sahtekâr Tampliyeler'i öldürmeyi ihmal etmeyin."

Vaazcı John'un çeşitli krallara gönderdiği mektup (1165)

"Wolfram von Eschenback Parzival'de, Grail'i arayanlardan birinin, Rohas'ın ötesine, Afrika'nın derinliklerine yaptığı yolculuğu anlatır. Rohas, Habeşistan'ın en uzak bölgelerinde bir kenttir. 1185 Yılında, Lalibela zaferle girdiği Rohas'ın adını değiştirir, kendi adını verir yeni başkentine...Lalibela, ülkesine geri dönmeden önce, yıllarını Kudüs'te Tampliyeler'le birlikte geçirmiştir. Tampliyeler'in, kayıp Ahit Sandığını gizlediğine inanılan Habeşistan'dan gelen bir soyluya ilgi göstermelerinin nedeni aşikârdır".

Graham Hancock, The Sign and the Seal

"Habeşistan ile Hıristiyan Avrupa arasındaki ilişkiler bir sonraki yüzyılda da devam etmiştir:

"Kurtuluşumuzun 1306. yılında, Habeşistan İmparatoru Wedem Araad, Avignon'da bulunan Papa V. Clement'a otuz kişiden oluşan bir heyet gönderdi."

Giovanni da Carignano (Cenova'lı bir haritacı)

"Habeşistan'da kayalara oyulmuş on bir kilise, Afrika'nın en gelişmiş mimarî yapılarıdır (UNESCO tarafından Dünyanın Harikaları arasında gösterilmişlerdir)...Kiliseler, inşa edilmelerinin üzerinden sekiz yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, bu gün de ibadete açıktır. Bu kiliselerin özellikle belirtilmesi gereken nitelikleri, alışılmış yöntemlerle inşa edilmek yerine, doğrudan kırmızı volkanik kayalara oyulmuş olmalarıdır. Bu nedenle, sadece boyut olarak değil, işçilik ve kavrayış açısından da, insanüstü bir görünümleri vardır.

"...Gerçek niteliklerini anlayabilmek için çok çaba sarf edilmiştir: bazıları derin hendeklerde bulunurken, diğerleri kocaman mağaraların içindedir. Tüm kiliseleri bir birine bağlayan, karmaşık ve hayret verici, bir tüneller, geçitler, galeriler, mezarlardan oluşan bir lâbirent ağı vardır. Ebedi görevlerini yerine getiren rahiplerin uzak ayak sesleri ile yankılanan, loş ve nemli, yosun tutmuş serin duvarları ile bir yer altı dünyası."

"St. Mary kaya kilisesinin tavanında, Davut Yıldızının içine çizilmiş stilize bir haç resmi bulunmaktadır. Bir Hıristiyan mabedi için oldukça şaşırtıcı bir süslemedir bu, ancak Tampliyeler'in en önem verdikleri simgelerden biridir Davut Yıldızı. Bu çizimin altında, kumaş kaplı bir sütun vardır. Rahipler, bu sütunun Lalibela'nın bizzat kendisi tarafından oyulduğunu ve kaya kiliselerinin mimarî gizlerinin içinde saklı olduğunu söylerler."

Graham Hancock, The Sign and the Seal

 

(2) Portekiz: İsa'nın Şövalyeleri

"Portekiz'de, Tampliyeler kısa süren bir soruşturmadan sonra aklandılar ve yalnızca adlarını "İsa'nın Şövalyeleri" şeklinde değiştirerek, varlıklarını 16. yüzyıla kadar sürdürdüler. Denizcilik alanındaki keşifleri tarihe geçti: Vasco de Gama bir İsa şövalyesiydi, Denizci Prens Henry ise (Dom Enrique) tarikatın Büyük Üstadıydı. Gemilerinde hala Tampliyeler'in kızıl haçı ile desenli yelkenleri kullanıyorlardı. Colomb'un Yeni Dünyayı keşfetmek üzere Atlantik'i aşan üç gemisinde de Tampliye haçları dalgalanıyordu. Zaten Colomb, tarikatın Büyük Üstadının kızıyla evliydi ve kayınpederinin haritalarına ve evraklarına bakma fırsatını bulmuştu."

Baigent & Leigh, The Temple and the Lodge

"...Hakkında geçerli bilgi sahibi olunabilen en önemli ve önde gelen kişi Denizci Prens Henry'dir (Dom Enrique). Tarikatın Büyük Üstadı olan Henry, yaşam öyküsünü kaleme alan Zurara'ya göre, "güçlü duyum ve keskin zekâ sahibi, önemli ve yüce eylemleri başarmak için olağanüstü ihtiraslı bir kişilikti".

"1394 Yılında dünyaya gelen Henry, 1415 yılından itibaren etken olarak denizcilikle uğraşmaya başlamıştı. En büyük ihtirası, kendisinin açıkça itiraf ettiği gibi, Vaazcı John'un ülkesine denizden ulaşabilmekti. Dönemin tarihçileri kadar modern tarihçiler de, yaşamının büyük bölümünü bu amacın ardında geçirdiğinde hemfikirdirler."

"Kendini kozmografi, matematik, astroloji araştırmalarına adamıştı. Çevresi devamlı olarak, gök bilimciler ve Yahudi bilim adamlarıyla doluydu."

Graham Hancock, The Sign and the Seal

"Portekiz'de, İsa'nın Şövalyeleri örgütünün Büyük Üstadı Dom Enrique, "Denizci Prens Enrique" olarak adını duyurdu. En modern denizcilik tekniklerini kullanıyor, maiyetinde coğrafyacılar, gemi yapımcıları, dil uzmanları, Yahudi haritacılar ve Arap kaptanlar bulunduruyordu. Ekip çalışması ile harita yapımı ve denizcilik aygıtlarının, özellikle pusula ve usturlabın geliştirilmesi konusunda çaba harcıyorlardı. Madem Müslümanlar İspanya'yı ele geçirmişlerdi, öyleyse Hıristiyanlar da, Afrika'yı ve sonra da Asya'yı ele geçirmeliydiler. 1425 Yılına gelinceye kadar, örgüt Madeira ve Kanarya adalarını almıştı bile. 1445 Yılında Azorları elde ettiler. Batı Afrika kıyılarının sistemli araştırması 1434 yılında başlatıldı. O çağın en hızlı gemileri olan yeni karaveller tüm bunları olası kılmıştı."

"Enrique'nin yaptığı yolculuklar hakkında bilgimiz pek sınırlıdır. Bunun nedeni, gerçeklerin, tarihi olguların, seyir defterlerinin, haritaların, talimatnamelerin ve tüm raporların örgüt tarafından uygulanan bir gizlilik ilkesinin arkasında kalmış olmasıdır."

Edgar Prestage, The Portugese Pioneers

"Gerçekten de, Enrique'nin zamanında gizliliğe olan bağlılık o denli fazlaydı ki, yapılan çeşitli keşif gezilerinin sonuçları hakkında bilgi açıklamanın cezası ölümdü. Buna rağmen, yine de, Prensin asıl saplantısının Habeşistan'la doğrudan ilişki kurmak olduğu öğrenilmişti. Bunu ancak, Afrika kıtasının etrafını dolaşarak başarabileceğini de anlamıştı, zira Akdeniz'den Mısır'a geçip, oradan da Kızıl Denize açılma çözümü Müslümanların o bölgedeki egemenliği nedeniyle geçersiz duruma gelmişti. Her olasılık göze alınarak, yine de, Batı Afrika kıyılarını keşfe çıkan denizcilere, Vaazcı John'un ülkesine karadan ulaşacak daha kısa bir yolu araştırmaları da tembih edilmişti."

"Enrique'nin yaşamının son yıllarına ait, bazı gizli arşivler ancak yirminci yüzyılda açığa çıkartılabildi. Bu belgeler arasında, Vaazcı John'un bir elçisinin Enrique'nin ölümünden sekiz yıl öncesinde, Lizbon'a geldiğini gösteren bir belge bu arşivlerin arasında bulundu. Bu ziyaretin amacı ve görüşmelerin konusu bilinmiyor. Ancak, bu ziyaretten tam iki yıl sonra, Portekiz kralı V. Alfonso'nun, Habeşistan'ın ruhanî yönetimini İsa'nın Şövalyeleri örgütüne devrettiğini açıklaması bir rastlantı olamaz."

"1487 Yılında, aynı zamanda İsa'nın Şövalyeleri tarikatının Büyük Üstadı olan, o dönemin Portekiz kralı II. John, yardımcılarından Pedro de Covilhan'ı, Akdeniz, Mısır, Kızıl Deniz yolu ile Vaazcı John'a elçi olarak gönderdi. Bir tüccar kimliğine bürünen Covilhan, İskenderiye ve Kahire'den geçerek, Suakin'den bir küçük Arap gemisiyle Aden'e ulaşmayı başardı. Ancak orada, çeşitli engellere takılarak uzun zaman harcamak zorunda kaldı. Ancak 1497 yılında, Habeşistan'a varabildi. İmparator sarayında, önce coşku ile karşılandı fakat, sonra nedeni bilinemeyen bir tatsızlık sonucunda bir tür oda hapsine tâbi tutuldu (Covilhan'ın asıl becerisinin casusluk olduğu biliniyor; daha önce İspanya'da da casus olarak görev yapmıştı).

"1497 Yılında, yine İsa'nın Şövalyelerinden bir denizci, Vasco de Gama Hindistan'a yaptığı keşif gezisinin büyük kısmını Doğu Afrika kıyılarını araştırmaya ayırmıştı. Mozambik'te demir attığı zaman, Vaazcı John'un ülkesinin, çok yakında, kıtanın içlerine doğru biraz kuzeyde bulunduğunu öğrenince, sevinçten ağladığı biliniyor."

"Vaazcı John'un sarayına ulaşabilen ilk resmi Portekiz elçilik heyeti Masawa limanında karaya ayak bastığında yıl 1520 olmuştur. Sekiz ay süren bir kara yolculuğu sonucunda, başkente ulaştıklarında, tahtta 1508 yılından beri oturan kral Lebna Dengel tarafından karşılanırlar."

Graham Hancock, The Sign and the Seal

"Büyük sevinçle İmparator Vaazcı John'un kulübelerini ve çadırlarını gördük"

Portekiz Heyeti (20 Ekim 1520)

"Çadırdan sarayın tam merkezinde, kırmızı döşeli bir bölmede, aslan derisinden giysileri olan savaşçılar tarafından korunan Habeşistan İmparatorunun karşısına çıktılar. Nihayet, aradıklarına ulaşan Portekizliler, ne imparatorun ne de maiyetindekilerin Vaazcı John'dan hiç haberlerinin olmadığını öğrendiler."

Mysteries of the Past

 

(3) İspanya: "Viva la Muerte"

"İspanya'da, Calatrava, Alcantara ve Santiago'da bulunan Tampliyeler Reconquista'nın (İspanya'nın Müslümanların elinden geri alınması) vurucu gücünü oluşturuyorlardı. Hıristiyan ilerleyişini güçlendiren, Granada ve Cordoba'daki İslâm uygarlığını yok eden onlardı. Hıristiyan halk, Arap akıncıların korkusundan, geniş yaylalara yerleşememişti. Sadece, Tampliyeler'e bağlı çiftliklerde koyun ve sığır sürüleri otlatılabiliyordu. Orta Çağın sonlarına dek, Kastilya yönetimini ele geçirmek isteyen politikacılar Tampliyeler'in gücünü arkalarına almak istediler. İslâma karşı sürdürülen beş yüz yıllık savaşın en yetkin silâhlı gücü onlardı. Ancak, sonları Fransa'da yaşanan örnekten farklı olmadı".

"Tampliyeler'in ortadan kaldırılması ile, İspanyol kardeşler isimlerini "İsa'nın Şövalyeleri" ve "Montesa Kardeşleri" şeklinde değiştirerek varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Aslında, bu tarikatlar hakkında etraflıca bilgi sahibi olmadan, İspanya tarihinin büyük bölümünü anlayabilmek olası değildir. Bu tarikatlar Reconquista olgusunun ta kendisidir ve Tercio Extrajero'nun "Viva la Muerte!" (Yaşasın Ölüm) sloganında anlamını bulan İspanyol askeri geleneğinin kurucularıdır. Bu askeri gelenek, müthiş bir kıyıcılıkla, inanılmaz bir centilmenliği birleştirebilmektedir. İşte bu ruh ve Reconquista'nın askeri teknikleri sayesinde, Aztek ve İnkalar dize getirilip, İspanya İmparatorluğunun temelleri atılmıştır. Diğer taraftan, Portekizli tarikatlar, haçlı ruhunu bir kolonizasyon hareketine dönüştürmeyi başararak, Avrupa'yı tüm dünyaya egemen kılmışlardır."

Desmond Seward, The Monks of War

"Tampliye örgütünün dağıtılmasının üzerinden çok zaman geçmeden, açıklaması olanaksız şekilde, Avrupa'nın her tarafında, kesin doğrulukta deniz haritalarının ortaya çıktığı görüldü. Adına "portolan" denilen bu yeni tür haritalar, manastırlarda ve üniversitelerde akademisyenler tarafından etüd edilen "Ptoleme" türü haritalardan çok daha üstündüler. Portolanların çoğunluğu deniz ticareti için pek önemli olan bölgeleri, özellikle Akdeniz'i ve Atlantik okyanusunun kıyılarını göstermekteydiler."

"Portolanların bilinen en eskisi, 1335 tarihini taşıyan, "Opicinis de Canestris" isimli Akdeniz haritasıdır. Bu harita, Philip ve Clement V. tarafından Tampliye örgütünün ortadan kaldırılmasından yaklaşık olarak sadece 20 yıl kadar kısa bir süre sonra, portolanların elden ele dolaşmaya başladığını göstermektedir."

"...Colomb, Palos'tan denize açılırken, bayrak gemisi olan Santa Maria'nın yelkenlerinde Tampliye kocaman bir haçının bulunması bir rastlantı mıdır? Bu yolculuğun sanıldığı gibi, İsabella'nın mücevherleri sayesinde değil de, Yahudileri ve başka sapkın inançlı zengin kişileri bir araya toplayan bir gizli topluluk tarafından finanse edilmiş olması bir rastlantı olabilir mi? Colomb'un 3 Ağustos 1492 günü, tam da Yahudilerin İspanya'yı terk etmeleri gereken son mühletten bir kaç saat önce, demir alması da nasıl bir rastlantı sayılabilir?"

Michael Bradley, Holy Grail Across the Atlantic

 

(4) İngiltere: 1381 Köylü Ayaklanması

"1381 Yılında, İngiltere'de meydana gelen "Köylü Ayaklanması"ndan önceki son bir kaç yıl süresince, aşağı ruhban sınıfından düş kırıklığına uğramış bir grup rahibin, köyleri tek tek dolaşarak, zenginler aleyhine ve kilisenin yozlaşması hakkında vaazlar verdikleri bilinmektedir. Başkaldırının tam öncesinde, son bir kaç ay içinde de, Orta İngiltere bölgesinde bir çok gizli toplantı düzenlenmiştir. Ayaklanma bastırıldıktan sonra, yakalanan asi elebaşıları, Londra'da bulunan büyük bir gizli örgütün ajanları olduklarını itiraf etmişlerdir."

"Bir başka esrarlı olay ise, bu ayaklanmalar süresince, "St. Jean Hospitalye Şövalyeleri Tarikatının" (Malta Şövalyeleri) bir çok gaddarca saldırının hedefi olmalarıdır. Asiler, Hospitalyeler'e ait mülkleri yakıp yağmalamakla yetinmemişler, tarikatın "Büyük Eğitmeni"ni Londra Kulesinden zorla çıkartıp, Canterbury piskoposu ile birlikte idam etmişlerdir. Kesilen kafalar, çılgın kalabalığın sevinç çığlıkları arasında Londra Köprüsüne asılmıştır. Sonradan, yakalanan bir elebaşına isyanın amacı sorulunca, verdiği yanıt:"Hospitalyeler'in yok edilmesi" olmuştur. Unutulmamalıdır ki, İngiltere'deki bu isyandan tam yetmiş yıl önce, Papa V. Clement, Tampliyeler'in tüm varlıklarının Hospitalyelere devredilmesini emretmişti."

"William the Tyler, Köylü Ayaklanmasının tartışılmaz lideri olarak, esrarengiz bir şekilde ortaya çıkıp, İngiltere tarihine bir bomba gibi düştüğünde, tarih 7 Haziran 1381 Cuma günüydü. Tyler, ortaya çıktığı kadar ani bir biçimde tarih sahnesini terk etti; topu topu sekiz gün sonra, yani 15 Haziran 1381 Cumartesi günü, yakalandı ve kafası kesildi. Bilinen bu sekiz günlük süre dışında, Tyler'in yaşamı hakkında hiç bir bilgi yoktur. Adının bile gerçek olmadığı tahmin edilmektedir, zira masonlukta "tyler" deyimi, loca koruyucusu, muhafız anlamını taşımaktadır."

"William the Tyler tarafından boynu vurdurulan Canterbury piskoposunun yerine geçen ve böylece İngiltere'nin dinsel lideri olan piskopos Courtenay, 1382 baharında, yanı ayaklanmadan bir yıl kadar sonra, isyanı körükleyen bir "Lollard" grubunun varlığını ortaya çıkardı. Onları Oxford'dan sürdü ve bu hareketi tümüyle yok etmeye çalıştı. Ancak, Lollardlar yeraltına inerek, yıkıcı faaliyetlerini tüm ülkeye yayılan bir hücre sistemi ile ve gizli toplantılarla sürdürdüler. Her nasılsa, aristokrasinin bazı üyelerinin, özellikle şövalye sınıfının desteğini elde etmeyi de başarmışlardı."

John J. Robinson, Born in Blood

"14. Yüzyıl başlarında, Oxford üniversitesinde bir ilahiyat profesörü olan John Wycliffe, İngiliz Kilisesinin temel sorununun, sadece latince olduğu için, İncil'in ancak ruhban sınıfı ve soylularca okunmasından kaynaklandığını fark etti. Halk genellikle okuma yazma bilmiyordu. Wycliffe, İncil'in İngilizce'ye çevrilmesi halinde, genel okuma yazma oranının da gelişeceğini düşündü. Bunun üzerine, tercüme çalışmalarını gerçekleştirmek için, "Fakir Vaizler Tarikatı" adında bir örgüt oluşturdu. Bu örgüt, çeviri çalışmaları biter bitmez, yeni İncil'i tüm ülkede okuma bilen herkese dağıtabilmek için kolları sıvadı. Sıradan insanlar, ilk kez olarak, İncil'de neler yazılı olduğunu doğrudan öğrenmek fırsatını buldular. Tüm köylüler, köy meydanlarında ve kiliselerinde toplanarak, "Fakir Vaizlerin" İngilizce İncil okumasını dinlediler."

"Wycliffe'in "Fakir Vaizler Tarikatı"na karşı çıkan tutucu kilise üyeleri, onlara "Lollard" (boş gezenler, tembeller) adını takmıştı. Lollardlar'ın sayısı, sadece köylüler arasında değil, esnaf ve soylular arasında da, hızla yükseldi. Öyle ki, bir Lollard karşıtı "rastladığım her iki kişiden biri Lollard" diyerek, bu gelişmeyi dile getirmiştir."

"Lollardlar öyle bir etki uyandırdılar ki, pek geçmeden kilise Wycliffe'in yazılarını yasakladı. Papa, yargılanması için Roma'ya getirilmesini emretti. Oysa, Wycliffe 1384 yılında, Roma'ya hareket etmeden önce kalp krizinden öldü. 1425 Yılında, Wycliffe'in ölümünden tam kırk bir yıl sonra, Roma Kilisesi hala o denli çileden çıkmış haldeydi ki, Wycliffe'in cesedinin mezarından çıkarılıp, yazmış olduğu 200 kadar kitapla birlikte yakılmasını buyurdu."

W. T. Still, New World Order

 

(5) İskoçya; İskoç Muhafızlar

"O dönemde (1307 yılında) İskoçya ile İngiltere arasında savaş vardı. Karışıklıklar nedeniyle, yasal önlemlerin alınıp uygulanmasına fırsat bulunamadı. Böylece, Tampliyeler'i ortadan kaldıran Papalık kararnameleri İskoçya'da asla yürürlüğe konulamadı. Teknik olarak, Tampliye örgütü İskoçya'da varlığını kesintisiz sürdürdü."

"16. Yüz yıl sonunda, Hospitalyeler'in düzenlediği listelerde, İskoçya'da tam 519 adet bağımsız Tampliye mülkünün (Terrae Templariae) varlığı belirtilmiştir."

"Bir çok İngiliz ve bilindiği kadarıyla Fransız Tampliye şövalyesi İskoçya'ya sığındı. 1314 Yılında yapılan Bannockburn muharebesine, Robert Bruce'ün yandaşı olarak, önemli bir Tampliye birliği de katılmıştır. Söylentilere göre (söylentileri destekleyen açık kanıtlar da vardır), Tampliye tarikatı İskoçya'daki varlığını 4 yüz yıl daha devam ettirmeyi başarmıştır."

Baigent, Leigh & Lincoln, The Holy Blood and the Holy Grail

"1424 Yılındaki, kanlı Verneuil savaşında, Fransız ordusuna bağlı İskoç birlikleri büyük cesaret ve fedakarlık gösterdiler. Ancak, komutanları John Steward ile birlikte, neredeyse tümüyle yok edilmekten kurtulamadılar. Charles VII tarafından 1445 yılında kurulan yeni Fransız ordusu, her biri 660 kişiden oluşan 15 alaydan meydana gelmekteydi. Bu birliklerin arasında, İskoç Muhafız Alayının (Compagnie des Gendarmes Ecossais) özel bir konumu, askeri bir önceliği vardı. Örneğin, tüm geçit törenlerinde ilk sırayı onlar alıyorlardı. İskoç Alay komutanı da, Fransız Süvarileri Birinci Üstadı unvanına sahipti."

"1474 Yılında, bu İskoç birliğinin sayısı yeniden belirlendi: bir komutan yönetiminde 77 kişi Kraliyet Muhafız Birliğini oluştururken, bir diğer komutan yönetiminde 25 kişi kralın özel korumasını üstlendi. İskoç muhafızların tüm komutan ve subayları, her zaman için ve hiç eksiksiz olarak, St. Michael Tarikatı üyesiydiler. Bu tarikatın bir kolu sonradan İskoçya'da da kuruldu."

"İskoç muhafızlar, aslında tam bir neo-Tampliye kuruluşu olarak, Dizbağı, Yıldız ve Altın Post gibi diğer saf şövalye örgütlerinden çok üstündüler. Muhafızları oluşturan soylular, Tampliye geleneklerinin mirasçısıydı. Bu gelenekleri Fransa'ya geri getirip, iki yüz yıl sonra meyve vermesi için tekrar ekenler onlardı. Guise ve Lorraine hanedanları ile sürdürdükleri yakın ilişkiler de, onları Fransa'nın bir diğer ezoterik geleneğiyle temasa getiriyordu. Bu ezoterik gelenekler, Marie de Guise'in İskoç kralı James V. ile evlenmesi vasıtasıyla, İskoç topraklarında da gelişme zemini bulmuşlardı. Diğer taraftan, Fransa'dan ülkelerine dönen bazı muhafızlar da, bu inançların İskoçya'ya yayılmasını sağladılar. Sonuç olarak, ortaya çıkan amalgam, ilerde doğacak yeni bir örgütün, Masonların çekirdeğini oluşturuyordu."

Baigent, Leigh & Lincoln, The Temple and the Lodge

 

(6) Batı'ya, Amerika'ya

"Fransa'da, Tampliyeler'in inşa edip kontrol ettikleri yol şebekesinin haritasına bakıldığında, tüm uzun menzilli yolların tek bir noktada kesiştikleri hemen göze çarpar. Bu nokta Atlantik kıyısında bulunan La Rochelle liman kentidir. Bir körfezin içinde yer alan kent, tam bir doğal liman görünümündedir. Savunması da kolaydır. Tarikatın ilk yıllarından itibaren, La Rochelle Tampliyeler'in ilgisini çekmiş, örgütün buraya üslenmesiyle de hızla gelişmiştir. Tampliyeler La Rochelle'de çok sayıda gemiden oluşan bir filo bulundurmaktaydılar. Kuzeye doğru, İngiltere'ye ve Güneye doğru, Akdeniz ve kutsal topraklara yapılan seferlerin başlangıç noktası hep La Rochelle limanı olmuştur. Halbuki, La Rochelle coğrafî konumu açısından, Filistin'e yapılacak seferlerin başlangıç noktası olarak fazlasıyla kuzeyde kalmakta, aynı şekilde, İngiltere yolculukları için de, fazlasıyla güneye düşmektedir. Aslında Britanya adalarına hızlı ve kolay ulaşmak için, kuzey Fransa'da çok daha uygun limanlar bulunmaktadır."

"Bu bakımdan, La Rochelle limanının Tampliyeler için, çok daha özel bir anlamı olması gerekir. Liman kenti, basit bir Tampliye karargâhı olmaktan çok, örgütün taşra merkezi niteliğindedir. Yıllar boyunca, nüfus hızla artmış ve kent dikkati çeken bir gelişme göstermiştir. Eğer, ne güney ve ne de kuzeye yapılan seferlere pek uygun değilse, La Rochelle hangi yöne yapılması düşünülen gemi yolculukları için en müsait konumdadır? Kentin coğrafî konumu nedeniyle bu soruya en akla yakın yanıt olarak şu geliyor: Tampliye gemileri La Rochelle'den yola çıkarak batıya doğru, Amerika kıtasına gidiyorlardı."

"1809 Yılında, Napoleon orduları Roma'yı işgal edince, Vatikan'ın gizli arşivlerinden alınan bazı belgeler Paris'e geri götürüldü. Bu belgeler arasında, Tampliyeler'in yargılanmaları ile ilgili soruşturma tutanakları da vardı. Bunlardan bir tanesi, Nemours bölge karargâhından Jean de Chalons'un itirafları, özellikle dikkat çekiciydi."

Johannes and Peter Fiebag, The Discovery of the Grail

"Baskından önceki gece, 12 Ekim 1307 Perşembe gecesi, Gerard de Villiers komutasında 50 atlının, saman yüklü üç araba ile Paris'ten ayrıldıklarını bizzat gördüm. Arabalara gizlenmiş sandıklarda, örgütün tüm hazinesi vardı. Batıya doğru, denize yöneldiler; tarikatın on sekiz gemisi onları taşımak için kıyıda hazır bekliyordu."

Jean de Chalons

 

(7) Mason Kardeşler

"Diğer Büyük Üstatlar gibi, Jacques de Molay da, belgeleri imzalarken "Magister Templi" (Tapınak Üstadı) unvanını kullanırdı. Süleyman Tapınağından adını alan bu yeni tapınak, Tampliye üstatlarının öldürülmesi nedeniyle tamamlanamadı. Üstatları sonunda öldüren, ama öldürmeden önce sırlarını alabilmek için işkence eden üç katil vardı. Jubelo, Jubela ve Jubelum (Süleyman Mabedinin mimarı Hiram'ı öldüren katiller) değildi bunlar; bu katiller, IV. Philip, V. Clement ve Hospitalye tarikatıydı."

John J. Robinson, Born in Blood

"Süleyman Mabedini yeniden inşa etmeyi amaçlayan Tampliyeler, kendilerine örnek olarak, Eski Ahit'teki, bir elinde kılıç, bir elinde mala ile çalışan Zorobabel'in savaşçı-duvarcılarını seçmişlerdi."

"Tampliyeler'in en önde gelen simgeleri kılıç ve malaydı. Sonradan, bilindiği gibi, Tampliyeler kendilerini Mason Kardeşliği adı altında gizlediler."

General Albert Pike, Morals and Dogma

"Tampliye şövalyeleri tarikatı, başlangıcından itibaren, Roma'nın tiara'sına (Papanın giydiği başlık) ve kralların taçlarına karşı çıkma davasına kendini adamıştı. Tüm tarikat yöneticileri sapkın kabalacı gnostik inançlara sahiptiler. Zaten, gnostiklerin babası Yuhanna'nın kendisi değil miydi? İsa'nın Kelâm olduğunu reddeden kendi mezhebini korumak için yazdıkları, İncil'in ruhunu tümüyle yanlış anlayıp yorumladığını ortaya koymaktadır. Kaba bir tahminle kökenleri Dionysos işçilerine ya da alman taş ustalarına bağlanabilen Masonlar, işte bu nedenle, İncilci Yuhanna'yı kendilerine pir olarak kabul ederler. Ancak, Roma'nın kuşkularını uyandırmamak için, İncilci Yuhanna'yı Johannit sapkınlığının başı Vaftizci Yuhanna ile bağdaştırarak, kendilerini hem kabalacıların hem de Esseneler'in evlâdı olarak ilân ederler."

Pio Nono, Against Free Masons

Saint Bernard